MAZLUMDER ON YAŞINDA

MAZLUMDER ON YAŞINDA

Yılmaz ENSAROĞLU

MAZLUMDER Genel Başkanı

Saygıdeğer konuklar, insan hakları savunucuları; Zulme rızayı zulüm bilen MAZLUMDER'in aziz kurucuları, üyeleri, dostları!

Zorlu ama o kadar da onurlu bir on yılı geride bıraktık. Bu on yıl boyunca dimdik durabilmemizi önemli ölçüde sizler sağladınız. Çünkü sizlerden, sizin desteğinizden aldığımız güçle; hem hükümetlerden, hem de siyasi partilerden, grup ya da cemaatlerden, birtakım güç odaklarından tamamen bağımsız bir biçimde ilkeli, yürekli ve kararlı bir insan hakları mücadelesini sürdürmeyi başardık.

Bu on yıl boyunca zulme rıza göstermedik; mazluma kimliğini sormadık ve kurucularımızın koyduğu "kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana..." olma ilkesini; onurla korumaya çalıştık. İnsan haklarının evrenselliğine inandık ve bunun için, insan haklarını, her zaman, her yerde ve herkes için istedik.

İşte sadece hak için, özgürlük için, adalet için ve nihayet hepimiz için var olan MAZLUMDER, bugün artık on yaşında. Türkiye'nin değişik yerlerinden gelerek, bu onurlu ve coşkulu günümüzü bizimle paylaştığınız için hepinize şükranlarımı sunuyor, hoşgeldiniz diyorum.

28 Ocak 1991 günü İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği MAZLUMDER'i kuran ve bugün de bazıları aramızda olan 54 erdemli insanı, bir kez daha huzurlarınızda, şükranla, minnetle, hayırla anıyorum.

Değerli Misafirler,

İnsan hakları mücadelesinin ne kadar zorlu bir mücadele olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yolda ne zaman bir baskıyla, bir baskınla, bir iftira ile, bir hukukdışı keyfilikle karşılaştıysak, bizi hemen ve herkesten önce arayan ve yanımızda olan bir insan vardı; İzzettin Yıldırım. İşte o aziz insanı da bundan tam bir yıl önce, bugün kaybettik. Tüm sıkıntılı anlarda yanıbaşımızda gördüğümüz İzzettin Hoca, eğer hunharca katledilmeseydi, bugün de sanıyorum aramızda olurdu. Bunu bizden, sizlerden esirgemezdi. Alçakgönüllü oluşundan ötürü sahnede hiç gözükmeyen, ama insan hakları mücadelesine çok büyük destek veren, adaletin ve barışın ülkemizde ve dünyada tesisi için büyük bir mücadeleyi omuzlamış olan o aziz insanı, bu vesileyle bir kez daha hayırla anıyorum, selamlıyorum; kendisine ve yakın çalışma arkadaşı M. Şehit Avcı'ya sonsuz rahmet diliyorum.

Değerli Konuklar, Sevgili Dostlar,

Mezarevlerle girdiğimiz 2000 yılını, cezaevlerini mezarevlere dönüştürerek terkettik; 2001'de de, yine Türkiye'nin kronik insan hakları sorununu konuşuyoruz. Takvimler değişiyor, hükümetler değişiyor, hükümet programları değişiyor, kadrolar değişiyor; ama insan hakları ihlallerine ilişkin tabloda hiçbir şey değişmiyor. Tıpkı geçim sıkıntısı gibi, yüksek işsizlik gibi, yoğun trafik kazaları gibi, insan hakları ihlalleriyle de birlikte yaşamaya alışmamız isteniyor. Bu süreçte insan hakları konusunda duyarlı olan ve bu sorunla birlikte yaşamaya alışamayan birey ve örgütlerin çabaları, ihlalleri ortadan kaldırmaya ne yazık ki yetmiyor. Çünkü hem mevcut insan hakları sorunu çok boyutlu bir nitelik taşıyor; hem de ondan şikayetçi olan kesimlerde, tutarlı, ilkeli ve kuşatıcı bir kolektif insan hakları mücadelesi geleneği bulunmuyor.

Ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin, devletten, toplumdan, bireylerden kaynaklanan boyutları bulunmaktadır. Yaşanan bütün ekonomik sıkıntılara, resmi politikanın ürettiği bütün önyargılara karşın, toplumun çeşitli kesimleri arasında bir çatışmanın varlığı söz konusu değildir. Mesela devlet ile PKK arasında yıllarca devam eden silahlı çatışmalar, Türkler ve Kürtler arasında bir çatışmaya dönüşmemiştir, dönüştürülememiştir. Aynı şekilde irtica ile mücadele adına yapılan bütün resmi ayrımcılığa ve işlenen bütün insan hakları ihlallerine karşın, toplumun dini ve seküler hayat tarzlarına sahip kesimleri arasında bir çatışma olmamıştır. Son on yıla damgasını vuran ve en çok mağdur üreten bu iki sorunda da ihtilaf veya çatışma, toplumdan gelmemektedir. Sorun, çeşitli toplum kesimleri ile devlet arasında yaşanmaktadır. Başka bir ifadeyle, en yaygın ihlal üreten asıl kaynağın, mevcut yapısı, sahip olduğu ideoloji ve işleyişi bakımından devlet olduğunu söylemek mümkündür.

Buradaki "devlet"ten kastım, -şu anda da aramızda olan- değerli bilim adamı Prof. Mustafa Erdoğan'ın büyük harfle yazdığı, yine onun deyimiyle, "varlığını topluma borçlu hissetmeyen" devlettir. Bireylerin neyi düşüneceğine, inanıp inanmayacağına veya neye inanacağına, nasıl giyineceğine, nasıl ibadet edeceğine, hangi dili konuşacağına, çocuğunu nasıl yetiştireceğine, hangi partilere oy verip hangilerine veremeyeceğine, kısacası nasıl yaşaması gerektiğine karar verme yetkisini kendisinde gören, hikmetinden sual olunamayan bir kurumdur bu. Bugün artık gittikçe belirginleşen gerçek şudur ki, bu kurum, siyasi kadrolardan, hükümetlerden, liderlerden bir ölçüde bağımsız işlemekte ve hükümetlerin de kendisine tabi olmasını beklemektedir. Bu kurum, hükümetin ve muhalefetin parti kapatmayı kolaylaştıran Anayasa hükmünü değiştirmek için mutabık oldukları bir anda devreye girerek söz konusu değişikliği rafa kaldırtabilmektedir. Bizim seçtiğimiz, göreve getirdiğimiz ve değiştirebileceğimiz bir mekanizmanın ötesinde ve üstünde bir irade ve dolayısıyla daha üst bir ihlal mekanizması bulunmaktadır.

Kuşkusuz, yaşadığımız insan hakları sorunlarının nedenini devlete yükleyerek sorumluluktan kurtulamayız. Çözüm için, ülkemizde neredeyse yüz yıldan bu yana egemen olan siyasi rejimin, neden insan haklarına dayalı bir çizgiye getirilememiş olduğunu da anlamaya çalışmamız gerekir. Neden bu baskıcı mekanizmayı on yıllardır sırtımızda taşıyoruz ve neden egemen otorite, insan haklarını ihlal ederken kendisini bu kadar rahat hissedebilmektedir? Bu noktada merceği, biraz da kendimize çevirmemiz, yaşadığımız acıların bizden kaynaklanan boyutunu anlamaya çalışmamız, bu baskıcı işleyişe bilinçli veya bilinçsiz bir biçimde destek sağlayan düşünce ve değerlerimizle yüzleşmemiz şarttır.

Bunun için her şeyden önce bir sivil sözleşmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Öyle bir sözleşme ki, devletin var olup olmamasından bağımsız olarak, yaşadığımız toplumda barışı tesis edebilmenin genel ve asgari şartları üzerinde bir mutabakatı ifade edebilsin. Bu tür bir sözleşmeden kastım, herhangi bir siyasi proje veya ideoloji üzerinde uzlaşmak değildir. Tersine, farklı siyasi kanaatte olanların da üzerinde uzlaşabilecekleri, muhtevaya değil usule ilişkin, çok sınırlı ve çok genel, ama o ölçüde de hayati önem taşıyan bazı genel ilkeler üzerinde mutabık olmaktır. Bu mutabakat, cari siyasi rejime karşı işbirliği değil; ama hangi rejim gelirse gelsin, onu insan haklarına dayalı olmaya zorlayabilecek bir sivil iradenin gösterilebilmesidir.

Mevcut insan hakları tablosu, "sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma" şeklinde özetlenebilecek ilkenin toplumda yeterince kabul görmediğini göstermektedir. Mesela birilerimiz kaybedilen çocuklarını arayan Cumartesi anneleri joplanırken, başörtülü genç kızların öğrenim ve çalışma hakları ellerinden alınıp gelecekleri karartılırken veya yıkılan bir Süryani kilisesinin tamiri engellenirken ses çıkarmıyorsak, bu ahlaki ilkeyi kabul etmiyoruz demektir. Bunun için biz, insan haklarının kendisine dayanılarak savunulacağı, gerektiğinde kendimizin, ailemizin, yakınlarımızın veya cemaatimizin çıkarlarına apaçık aykırı olsa bile; bizi hakikatin şahitliğini yapmaya zorlayan, sevmediğimiz insanın da hakkını savunmakta tereddüt etmememizi sağlayan bir ahlaki temele sahip olabilmeyi önemsiyoruz.

Değerli Misafirler, Sevgili Dostlar,

İşte MAZLUMDER, bu tablonun değişmesi için duyulan özlemin bir ürünüdür. Kuruluş öncesi, ayrıntılı bir teorik çerçeve belki oluşturulmamıştı; ama kurucuların beslendikleri kültür, ayrımsız bir insan hakları mücadelesi için elverişli bir zemin oluşturuyordu. MAZLUMDER'in başlangıçtan itibaren savunduğu "mazluma kimliği sorulmaz" ilkesi, ayrımsız ve kapsayıcı bir insan hakları mücadelesinin ifadesiydi. "Kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana" olma ilkesi ise, ideolojik tercihlerin veya stratejik kaygıların, insan hakları mücadelesinin önüne geçirilmeyeceğini ifade ediyordu.

Kuşkusuz MAZLUMDER olarak bütün ihlallere yetişemedik ama, Sivas'ta yanan otelde hayatını kaybedenlerin de yanındaydık, onu yakmakla suçlananların adil yargılanma hakkını da savunduk. Türkiye'de kadınların zorla başörtülerinin çıkarılmasına karşı çıkarken, Afganistan'lı kadınların din adına gördükleri baskılara da karşı çıktık. Kamu görevlilerinden kaynaklanan insan hakları ihlallerinin karşısında yer alırken, birtakım örgütler eliyle gerçekleşen ihlalleri görmezden gelmedik. Bugüne kadar çeşitli kesimler arasındaki duvarları yıkmak, insan hakları zemininde farklı birey ve grupları, farklılıklarını koruyarak bir araya getirmek için çabaladık. Kısacası, toplumumuzu kutuplaştırarak tahakkümünü sürdürmek isteyen otoritelerin işini kolaylaştırmadık.

MAZLUMDER, olarak bu faaliyetleri yaparken duygusal davranmamaya özen gösterdik; adil ve güvenilir olmayı, her şeyin üstünde tuttuk.. Sadece konuşup eleştirmedik; çözüm için çaba sarfettik. Kurumsallaşmaya çalıştık. Bugün 16 şubeyle birlikte sadece Türkiye'deki değil, dünyadaki ihlalleri izliyoruz. Evrensel bir değer olduğunu düşündüğümüz insan haklarının tüm dünyada gerçekleştirilmesi için çalışıyoruz.

Bizler özgürlüğü herhangi bir yarar ilkesine bağlı olarak değil, temel bir hak olarak, sonuçlarından bağımsız olarak savunduk, savunuyoruz. Özgürlüğü, toplumsal barışın, etnik, dini, siyasi ve benzeri farklılıkların bir arada yaşatılabilmesinin veya ülke bütünlüğünü korumanın gereği olduğu için değil, insanın insan olarak varolabilmesinin vazgeçilmez şartı olduğu için savunuyoruz. Bizim özlediğimiz hür ülke, özgürlüğün herkes için sağlanabildiği bir ülkedir. Bizim için, din özgürlüğü sorunu, Türkiye'de özgürce İslami eğitim veren okullar kurulmasına izin verildiği zaman çözülmüş olmayacaktır. Bizim için, Heybeliada Ruhban Okulu kapalı kaldığı sürece, Türkiye'de din özgürlüğü yok demektir.

Değerli misafirler,

Sözlerimi, insan haklarının korunduğu, daha yaşanabilir bir ülke ve dünya için, toplum olarak birbirimize güven duymamızı sağlayacak kolektif bir insan hakları mücadelesi için, bir sivil sözleşme için çağrı yaparak noktalamak istiyorum. Biz MAZLUMDER olarak böyle bir dünyanın mümkün ve bunun için mücadele etmenin değerli olduğuna inanıyor ve herkesi bu harcı oluşturmaya çağırıyoruz. Hepinize teşekkür ederim.

27 Ocak 2001-ANKARA

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2001-01-27
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4645300