HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ

HELSİNKİ YURTTAŞLAR DERNEĞİ

"Daha Geniş Bir Avrupa: Modernleşme ve Çoğulculuk"

24-26 Mart 2000

"MODERNLEŞME SÜRECİNDE ÇOK-KÜLTÜRLÜLÜK"

Yılmaz ENSAROĞLU

MAZLUMDER Genel Başkanı

Öncelikle, "Daha Geniş Bir Avrupa: Modernleşme ve Çoğulculuk" konulu yuvarlak masa tartışmasından ötürü Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin yöneticilerine, çalışanlarına ve bu etkinliği destekleyen Avrupa Birliği'ne tebrik ve şükranlarımı sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Günümüz toplumlarında çokkültürlülüğün yeri, anlamı ve ona nasıl bir değer atfedilmesi gerektiği sorunu, barış içinde bir arada yaşama çabalarının ve özgürlükçü bir siyasi tasavvurun temel ilgi odaklarındandır. Çünkü bu konu, genel olarak modern ulus devletlerin damgasını vurduğu tarihsel dönemin, özellikle etnik, dini ve siyasi çatışmalarda belirginleşen kimliklerin belirginleşmesi sürecinin ve son olarak da globalleşme ve evrensellik-yerellik tartışmalarının gündeme getirdiği aktüel bir sorunu ifade etmektedir.

Modernleşme süreci, homojen ve heterojen olmak üzere iki temel toplum algısına ve bu algıların biçimlendirdiği siyasi yapılara sahne olmuştur. İmparatorlukların dağılıp ulus devletlerin kurulması süreci, toplumun homojen bir bütünlük olduğu veya olması gerektiği ön kabulüne dayalı siyasi modelleri gündeme getirmiş, yirminci yüzyılın ilk yarısı ise, ırk ve ideoloji temelli benzer homojenlik iddialarına dayalı siyasi modellerin insanlığa yaşattığı acılara, sağ ve sol totalitarizme ve onların verdiği büyük tahribata sahne olmuştur. Toplumun dil, din, ortak amaç ve yaşam biçimi bakımından aynılaştırılmasına ve devlet gücünün bu amaçla kullanılmasına ilişkin homojen topluma dayalı veya ona ulaşmayı amaçlayan projeler, bugün artık eskisi kadar kolay savunulamamaktadır. Aksine, modern dünyada homojen bir toplumun söz konusu olmadığı, olamayacağı ve dahası çeşitliliğin bizatihi iyi olduğu anlayışı daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur. Bu ikinci anlayış, modern toplumun pratikleriyle de desteklenmektedir. Çünkü modern toplum doğal olarak homojenlikten uzaktır, hacim olarak geniştir, işbölümü ilerlemiştir ve refah seviyesine bağlı olarak bireysel farklılıklar, hobiler ve yeni hayat tarzları ortaya çıkmıştır. Buna uluslararası ticaret, nüfus hareketleri ve kültürler arası evlilikler gibi etkenleri de eklediğimizde, hangi kriter açısından bakılırsa bakılsın, modern toplumların homojen olmadığı açıktır.

Toplumsal çeşitliliğin özneleri olarak kolektif kimliklerin ve farklı kültürel değer ve yapıların alınması durumunda, artık çokkültürlülükten söz ediyoruz demektir. Bu anlamda çokkültürlülük, hem modern toplumun kültürel bakımdan türdeş olmadığı anlamında bir tespiti, hem de bu çeşitliliğin barışçıl bir beraberlik için engel olmadığı anlamında bir yargıyı ifade edebilir. Ancak toplumun heterojen olduğunu, çokkültürlü bir dokusu olduğunu veya bunun bizatihi iyi olduğunu tespit etmek yeterli değildir. Bu çeşitliliğin toplumsal alandan siyasi alana nasıl aktarılacağı, çokkültürlülüğü dikkate alan ve ona dayanan bir siyasi tasavvurun niteliği de bir o kadar önemlidir. Çünkü etnik, dini, kültürel ve benzeri kimliklerin yükseldiği bir tarih döneminde yaşıyoruz ve bu kimlikler veya kültürler üzerindeki vurgu, kimi zaman insan hakları ve barış gibi değerlerin önüne geçebiliyor. Dahası, çokkültürlülük, zaman zaman çokkültürcülüğe, toplumun siyasi ve hukuki organizasyonunun bu kimlikler üzerinden yapılması önerilerine dönüşebilme riskini de taşıyor.

Bunun sakıncaları neler olabilir? Bunun ilk ve en önemli sakıncası, bireysel insanın haklarının, kimliğine kurban edilebilmesidir. İnsanın haklarını kullanmasının büyük ölçüde onu atomize bir varlık olmaktan kurtaran grup aidiyetine bağlı olduğu kabul edilebilir; ancak aynı aidiyet, siyasi yapılanmada ona yüklenen işlev bakımından kısıtlayıcı da olabilir. Bu anlamda kültürel çeşitliliği, etnik, kültürel, dini ve siyasi kimlikleri tanımak kadar, onların bireysel insanın hapishanesine dönüşmesine izin vermemek de önemlidir. Örneğin, Kanada'nın Quebec [Kebek] eyaletinde kültürü koruma adına Anglo-sakson kökenli olmayan vatandaşların çocuklarını İngilizce eğitim veren okullara göndermelerinin yasaklanması, bunun örneğidir. Diğer bir sakınca ise, kimliklerin somut ve tek bir algılanma biçiminin olmayışıdır. Kimlikler üzerinden yapılacak siyasi-hukuki düzenlemeler ise, en azından bir tanıma ihtiyaç gösterir, ki bu tür bir tanımın içeriği, çoğu kez o kimliği taşıyan insanlarla aynı biçimde algılanmaz. Bu anlamda yapılması gereken, kimliklerin kendilerini ifade edebilmelerinin ve geliştirebilmelerinin önünün açık tutulması, ama o kimliğin veya o kimliği korunma adına devletin insan haklarına müdahalesinin engellenmesi olmalıdır.

Bu çerçevede ülkemize baktığımızda, çok zengin bir kültürel çeşitliliğin, farklı etnik, dini, felsefi düşünce ve pratiklerin varolduğu heterojen bir toplumun varlığını tespit edebiliriz. Burada sorun, toplumun bu çeşitliliğini yadsıyan, farklı dünya görüşleri ve hayat tarzları karşısında tarafsız olmayan ve farklılıkları törpüleyerek "birlik" sağlamaya çalışan bir siyasi iradenin ve bütünlükçü bir söylemin egemen olmasıdır. Kültürel farklılıkların bir zenginlik değil çatışma kaynağı haline gelmesinin nedenlerinden birisi de budur. Kuşkusuz kültürel kimliklerin hepsi, barışçıl bir hukuki-siyasi tasarıma imkan verici bir nitelik taşımayabilmektedir. Ancak bu durum, homojenleştirici bir iradenin ve bu yönde bir ideolojinin devlet eliyle topluma yerleştirilmeye çalışılması şeklindeki egemen anlayışı meşrulaştırmaz. Dahası, bu tür bir politika, kültürel kimliklerin içe kapanmalarına ve çatışmacı bir tutum almalarına neden olur ve olmaktadır.

Ancak kimliklerin bastırılmasına bir tepki olarak, onları siyasi ve hukuki örgütlenmenin kurucu özneleri haline getirmek de çözüm görünmemektedir. Örneğin, Kürt kimliğinin resmi olarak yok sayılmasına son verilmesi, son günlerde bir siyasi parti tarafından "Kürt kimliğinin Anayasaya yazılması"na bağlanmıştır. Bunun bir çözüm olacağını düşünmek güçtür. Çünkü anayasa, ülkede mevcut ne kadar kimlik varsa, onların resmi olarak tanındığı bir belge olmaktan çok, insanların bireysel ve kolektif olarak sahip oldukları hakları kullanmalarını garanti altına alan bir belge olmalıdır. Aynı durum dini kimlikler için de geçerlidir. Dahası, Kürt, müslüman, Ermeni, kadın, Çerkez ve benzeri kimlikler daha çok bir soyutlamayı ifade etmekte olup, bu kategori içinde düşünülen birbirinden son derece farklı bireysel tercihleri temsil etme kapasitesinde değildirler. Bunu ifade etmek, bazı kimliklerin bugüne kadar yaşadıkları baskılardan ve bunun sonucu taşıdıkları dezavantajdan dolayı, kayıplarını telafi edici önlemlerin alınmasına kategorik bir biçimde karşı çıkmamızı gerektirmeyebilir. Burada denge noktası, kimliklerin devlet tarafından ezilmesine veya o kimliğe dayanarak bireysel insanın haklarını çiğnenmesine izin vermemek arasında aranmalıdır.

YAYIN BİLGİLERİKategori Adı MakalelerTarih 2000-01-24
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4897868