MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, darbe dönemlerinde mağdur edilenlerin haklarının iadesini istedi.
Brifingli yargı kararları ile darbe dönemlerinde çok sayıda insanın hayatının karartıldığını vurgulayan Ünsal, “Darbe dönemlerinde gerek yüksek yargı organları gerekse yargı mensupları Genel Kurmay karargahına çağrılarak emir komuta içerisinde yargı süreçleri başlatılmıştır” dedi. Ünsal, Süleyman Demirel ve Yaşar Büyükanıt’ın da, adalet önüne çıkarılmasını talep etti.
SEMA BAYRAM / ANKARA-
Gazetemiz ‘Milat’ın sorularını cevaplandıranMazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, darbe dönemlerinde mağdur edilenlerin haklarının iadesini istedi.
Brifingli yargı kararları ile darbe dönemlerinde çok sayıda insanın hayatının karartıldığını vurgulayan Ünsal, “Darbe dönemlerindegerek yüksek yargı organları gerekse yargı mensupları Genel Kurmay karargahına çağrılarak emir komuta içerisinde yargı süreçleri başlatılmıştır” dedi. Ünsal, Süleyman Demirel ve Yaşar Büyükanıt’ın da, adalet önüne çıkarılmasını talep etti.
İşte o söyleşi:
-12 Eylül ve 28 Şubat ile yargı önünde hesaplaşılması hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye darbe süreçleriyle hesaplaşmaya başladı. Elbette bu çok önemli bir gelişme. Ancak henüz hesaplaşmadığı bir darbe var ki 27 Nisan bildirisi... Bir yola girildi, bunu biz önemsiyoruz. 12 Eylül darbesiyle ilgili anayasa referandumundan kaynaklanan yasal imkân çıktı. Anayasa da 12 Eylülcülerin yargılanmasına dair bir yasak vardı. 28 Şubat kararlarıyla ilgili ki, o da bir darbe sayılır esasında, onun da yargılanma ihtiyacı, yeniden toplum nazarında olayın değerlendirme ihtiyacı ortaya çıktı. 28 Şubat sürecinin en trajik yükünü o dönem emir komuta altında çalışan, yargı tarafından mahkûm edilmiş insanlar çekiyor. Erbakan hoca koltuğunu kaybetti, bu bir mağduriyetti. Netice de ona destek veren insanların siyasal tercihi, bir grup üniformalı bürokratlar ve cumhurbaşkanı işbirliğinde cunta faaliyeti olarak cezalandırıldı. demokrasi tarihi açısından, Türkiye siyasal tarihi açından utanç verici bir durumdur. Halen 28 Şubatın büyük acımasız yükünü cezaevlerinde çekmekte olan mahkumlar var. 28 Şubatın siyasal hesaplaşmasını Türkiye, 3 Kasım seçimleriyle yaptı. Bunun siyasi telafisi yerine getirdiği söylenebilir. Adli süreçlerde mağdur olmuş kişilerin mağduriyetini de gidererek bu hesaplaşmayı kapatmak lazım. Tabi ki bu işin faillerinin de, başta Süleyman Demirel’in, adalet önüne çıkarılması gerekir.
BRİFİNGLİ YARGI KARARLARI İPTAL EDİLSİN
Hukukun evrensel prensiplerinden biri adil yargılanma hakkıdır. Bu hakkın da en temel unsurlarında biri de adli sürecin bir baskı, emir ve tesir altında kalmaksızın, kendi mecrasında bakmasıdır. Oysa 28 Şubat’ta en temel hukuk ve evrensel hukuk prensibi olan adil yargılanma şartları ihlal edilmiştir. Gerek yüksek yargı organları gerekse yargı mensupları Genel Kurmay karargahına çağrılarak emir komuta içerisinde yargı süreçleri başlatılmıştır. Evrensel yargı kuralı ayaklar altına alınıp insanların mağduriyetleri hala devam etmektedir. Bu mağduriyetler giderilmelidir.
MAĞDURİYETLER DEVAM EDİYOR
- 5 Haziran'da Bolu F tipi cezaevine bir ziyaret gerçekleştirdiniz. 60'a yakın kitabın yazarı Salih Mirzabeyoğlu ve pek çok kişiyle görüştünüz. Bu ziyaret hakkında bize biraz bilgi verir misiniz?
Ziyaretlerimizi de bu süreçte ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış Salih Mirzabeyoğlu ve diğer arkadaşlara yaptık. O politik atmosferlerde yargılanmış pek çok insan benzer koşullarda ceza evlerinde mağdur ediliyorlar. Bizim millete çağrımız da bir hesaplaşma süreci başlamışken darbeleri araştırma komisyonu kurulmuşken, özellikle 28 Şubat darbesi sürecinde baskı altına alınarak, emir komuta ile çalışmaya zorlanan yargının vermiş olduğu kararların iptal edilmesi. Biliyorsunuz yerel mahkemelerde alınan kararlar Yargıtay'ca onandıktan sonra kesinleşmiş oluyor. Bu cezaların telafisi ya da yeniden gündeme alınması söz konusu değil. Çünkü bu tüketilmiş oluyor. Yapılacak iş, emir komuta altına alınarak çalıştırılan mekanizmaları aldığı kararların yok hükmünde olduğu söyleyecek bir yasal süreçtir. Böyle hesaplaşmış olunacak.
İMZA KAMPANYASI SÜRÜYOR
-28 Şubat sürecinde alınan yargı kararlarının iptal edilmesi için imza kampanyası başlatmıştınız. Kampanya ne durumda?
İmza kampanyamız devam ediyor. Emir komutaya boyun eğmiş yargının mağdur ettiği insanların mağduriyetini gidermek üzere, esasında halk iradesinin de üstünlüğünü ortaya koymak, onurunun da yasal olarak davasını gütmek anlamında kampanya yürütüyoruz. İmzalar belli bir sayıya ulaştığında dilekçe eşliğinde meclis başkanlığına başvuracağız. 28 Şubat kararlarının yok hükmünde olması için yasa teklif edeceğiz. Talebimize karşılık gelirse Türkiye bu ayıptan kurtulabilir. Türkiye'nin pek çok yerinde kampanya yürütüyoruz. imzaların sayısını size veremeyiz ama bazı dilekçeler geliyor ve belli bir hacme ulaştığında basının eşliğinde sayın meclis başkanımızın da randevu alarak teşrif edeceğiz. Basının konuyu gündeme taşıması gerekiyor. Bütün yargı ve darbe süreçlerinin gerek siyasi gerekse adli sonuçlarının düzeltilmesi gerekir. Bunlar neticede Türkiye’nin ayıbı.
BÜYÜKANIT’I UNUTMADIK!
12 Eylülde de 18 yaşına gelmediği halde mahkeme kararıyla yaşı büyütülerek idam edilen insanlar vardı. 12 Mart ve 27 Mayıs sürecinde de benzer idamlar yaşandı. 28 Şubat ve 27 Nisan’da idam düzeyinde olmasa bile ciddi ihlaller yaşandı. Türkiye 28 Şubatla hesaplaşıyor. 27 Nisanla da hesaplaşması gerekir. Sayın Başbakanın başta Yaşar Paşa olmak üzere 27 Nisan küstahlığını, millet iradesine silah çekmeyi göze olan bu tür insanlarla kamuoyu önünde hesaplaşması gerekir.
-Hakkari’nin Dağlıca bölgesinde yaşanan ve halen devam etmekte olan çatışmalar hakkında neler söylemek istersiniz?
Üzerinde konuşulmamış herhangi bir detay kalmayan “çözülmemiş Kürt sorunu”nun gün geçtikçe ağır bir beşeri tablo ile ülke gündemine oturması, sadece kayıpları ve yakınlarını değil, halklar arasında husumeti körüklediği için ülke geleceğini de karanlık bir tabloya doğru sürüklüyor.Halen devam etmekte olan KCK operasyonları ile siyaset imkânları neredeyse tamamen kapanan legal Kürt siyasi hareketinin “Öcalan’a ev hapsi” ve seçmeli Kürtçe dersleri gibi, hükümet tarafından teklif edilen “yetmez ama evet” adımlar konusunda duydukları güven ve samimiyet kuşkusu, çözümü şiddette gören arayışlara daha fazla alan ve imkân açıyor. Öncelikle hükümetin ve tüm kurumlarıyla devletin, Kürt sorunu bağlamında temel hakları vermede daha fazla tedrice ve temkine ihtiyaç duymadan samimiyetle ve hızlı adım atarak şiddeti bir seçenek ve imkân olmaktan çıkarması gerekmektedir. Bu konudaki sorumluluk ve öncelikli vebal yetki sahiplerine aittir. Kürt sorunu bağlamında kendini taraf gören tüm diğer toplumsal, siyasal aktörlerin de, barışın sabote edilmesi demek olan şiddeti bir çözüm yöntemi olmaktan çıkarması gerekmektedir.
SALDIRIYI ŞİDDETLE KINIYORUZ
Bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Türkiye toplumu, tüm detayları konuşulmuş bir sorunun çözümü için atılması gerektiği halde geciken adımlardan, şiddeti doğuran sağırlar diyalogundan, şiddeti yaşamaktan, ölüm haberlerinden ve bu tip saldırılardan artık bıktı.
MÜSLÜMAN AVINA TEPKİ
-Güneydoğu Asya ülkelerinden Myanmar’da bulunan Arakan’da Budistlerin Haziran ayı başında bir otobüsün içerisindeki 10 Müslüman’ı öldürmesi ile başlayan olaylar, olağanüstü hal ilanı ve sokağa çıkma yasağına rağmen bütün şiddetiyle devam ediyor. Çok önemli bir insan hakları derneğinin yöneticisi olarak neler söylemek istersiniz?
Bölgeden alınan haberlere göre başta Arakan’ın Sittwe şehrinde bulunan Müslüman mahallesi olmak üzere onlarca köy ve kasaba ateşe verilmiş, katliamdan kaçarak Bangladeş’e sığınmaya çalışan çoğunluğu kadın ve çocuk 300 Müslüman sınırdan geri çevrilmiş olup çıkan olaylarda 50 ila 300 arasında Müslüman’ın katledildiği bilgileri ulaşmaktadır. Ayrıca BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin Maungdaw'daki personelini tahliye etmesinin ardından BM ofisine sığınan Arakan halkı kaçmak zorunda bırakılmıştır. Güvenlik güçlerinin Maungdaw'da Müslümanlar üzerine ateş açtığı, kundaklama eylemlerinin Budist milis grubu Lun Htin üyeleri tarafından "polisin önünde" işlendiği de görgü tanıklarınca ifade edilmektedir.
Yaşanan süreçte katliamın daha büyük boyutlara ulaşmaması ve katliamın sorumlularından hesap sorulması için BM Güvenlik Konseyi ve İslam İşbirliği Teşkilatı üzerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmelidir. BM Mülteci Sözleşmesi’nden doğan yükümlülüğünü yerine getirmeyerek katliamdan kaçan Arakanlılara kapılarını açmayan Bangladeş hükumeti bu tutumuyla Budist Myanmar cuntasının işlediği cinayetlerin sorumluluğuna ortak olmaktadır.
Halen 800 bin civarında Arakanlı mülteciye ev sahipliği yapmakta olan Dünya’nın en fakir ülkelerinden komşu Bangladeş’in, ilave mülteci yüküyle tek başına kalmasına izin vermeden BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay teşkilatları tarafından desteklenmesi ve insani yardım kuruluşlarının çalışması için güvenli ortamın oluşturulması gerekmektedir.