"Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik.Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk; kardeş olarak yaşamayı..."
Martin Luther King
Yerküre tükenmek üzere. Her taraf kan, acı, hüzün kaplı. Birileri doymak bilmeyen hırsları için diğerlerini katletmekte. Her gün binlerce insan ölürken Dünya Barışından söz etmek kendi kendimizi kandırmaktır. Teknolojiyle ters orantılı olarak vahşet de artmakta. Küresel canavarlar salyalarını akıta akıta masum halklar üzerine yürümekte. Nedensiz, niçinsiz savaşlarda umutlar sönmekte.
6 Ağustos'ta Hiroşima'ya atılan atom bombasını hatırlarken bir çelişki gelip konuyor yüreğimize. Bu bombanın atılmasından kimler ders almıştı? Liyakat madalyalı Albay Paul Tibbets ve Japon halkı. Biri emir kulu biri suçsuz bir halk. Ya emri verenler? Bu cephede değişen hiçbir şey yok. Sam Amca 75 bin kişiyi bir anda öldürürken canilerin pişkin tavrıyla ABD Başkanı Truman tarihin en büyük kumarına iki milyar dolar yatırdığından ve kazandığından dem vuruyordu. Saldırının ardından ölenler 2 ay içinde 135 bin kişiye ulaşırken 5 yıl sonra 60 bin kişi daha mutasyonlar yüzünden ölmeye devam edecekti.
Sene 11 Eylül 2001, Manhattan'da ünlü İkiz Kuleler terörist olduğu söylenen bir saldırıyla sarsılırken acaba ABD neyi düşünüyordu? Aklına, bininci turna kuşunu katlarsa ölmeyeceğine inanan küçük Japon kızın çekik gözlerindeki hüzün geldi mi? Ya da Körfez savaşında dünya medyası petrole bulanmış karabatakları izlerken açlıktan, hastalıktan ölmek üzere olan, uranyum partiküllerinin kirlettiği havasıyla Irak'a hapsedilmiş çocuklar geldi mi?
Yoksa 1.8 milyon iş kaybını, 639,3 milyarlık faturayı mı düşünüyordu. Bir tek gerçek vardı o da Sam Amca vurabilir ama Ona asla vurulamazdı. Sahte senaryolarla teröristleri bulmuştu. İlginç olan bunlar arasında hiç Iraklının bulunmamasıydı. Yine de bildiğiniz gibi önce Afganistan ardından Irak, belki sonra İran, Suriye cezalandırılacaktı. Silah ticareti, Ortadoğu'daki petrolleri ele geçirme hırsına masum insanlar kurban edilecekti ve edildi. Afgan halkı kıyıma uğrarken kimse kadın ve çocukları sormadı. Kimi zaman Afgan, kimi zaman ABD kimi zaman Dostum'un askerlerinin saldırılarına hedef oldular.
Irak'ta da durum aynı. Diktatörden kurtardığı halkı köleleştiren bir başka diktatör var artık Irak'ta. Bir zamanlar kimyasal silah sattıkları ülkelerden geri toplama sırası gelmişti Bush ve Blair için.
Maalesef bu günlerde gördüğümüz gibi ABD Irak'ta ikinci Vietnam'ı yaşıyor. Hz Ali'nin isminin yazılı olduğu bayrağa yapılan saldırıyla ok yaydan çıkmış gözüküyor. Rusya Çeçenistan'dan, İsrail Filistin'den nasıl çıkamadıysa ABD de Irak'tan çıkamayacak.
Kitle imha silahını ortaklarında aramış olsalardı İsrail'de istedikleri kadar vardı. Filistin halkını 1967'den bu yana işgal eden İsrail'in ölümler konusunda sicili çok kirli. Barışın hiç uğramadığı kutsal topraklarda Eylül 2000 'den bu yana 18 yaşın altında 604 kişi, 272 güvenlik görevlisi, 316 öğrenci , toplam 2278 kişi ölmüş, 44157 kişi ise yaralanmıştı. Yaralılardan 12 bin 152 'si çocuk, 2170'i kadın. 19 bin 28 kişi gözaltına alınmış, bunların sekiz bini hapishanede ve 580 kişi sakat kaldı. Sam Amca'nın Ortadoğu adresi İsrail savaş kurallarını ihlal ediyordu. 23 bin Filistinli sağlık görevlisi öldü, 450 kişi yaralandı ve 37 ambulans tahrip edildi.
Oltaya bir yem daha atıldı, Ortadoğu Barışı Yol Haritası. Filistin Geri Dönüş Hakkı Koalisyonu kurucularından Mazin Kumsiye bunun bölgeye barış getirmekten çok uzak olduğunu söylerken ona katılmamak mümkün mü? ABD kuklası yönetimler halkın beklentilerinden uzak hareket ettikçe barış çok uzak.
Teksaslı kovboy, silah çekerek tüm dünyayı egemenliği altına almaya çalışırken insan haklarını, uluslar arası hukuku çizmesinin topuğuyla ezip geçiyor. Yeni hapishanesi Guantanamo'da kafesler ardında kimseye hesap vermeksizin terörist diye topladığı insanları tutmakta. Suçlular yargılanır, cezalandırılır fakat gerekçesiz, koşulsuz, kelepçeli bir şekilde hayvanlar gibi kafeslerde tutulmaz. Adil yargılanma hakkından mahrum bu kişiler çoğu zaman intihara kalkışmaktadır. Buraya kimse giremediği için de bilgi alınamamakta.
Çeçenya'da da silahlar susmuyor. Ruslar Çeçen'siz bir Çeçenya için uğraşırken, Çeçenler özgür Çeçenistan için mücadele etmekte. Batı ise Rusya'ya krediler vermekte, insan hakları örgütleri gözünü ve kulağını gerçeklere tıkamakta. Rusya, toplama kampına götürdüğü Çeçen sivillerin kulağını kesiyor, işkence ederek ellerini kırıyor, çırılçıplak soyarak üzerine buzlu sular döküyor, kadınlara tecavüz ediyor. Savaş ortamından kaçanlarsa mülteci kamplarında yaşam mücadelesi veriyor. Savaş başında 400 bin kişi olan Grozni nüfusu, savaşın üzerinden dört ay geçtiğinde 45 bine düşmüştü. Stalin'in projesi işliyordu ama Çeçenler hala direniyor. ABD, kimyasal silah, napalm bombası, vakum bombası kullanan Rusya'nın 20 milyon dolarlık borcunu silebiliyor.
Barış şarkıları söylese de ümitvar insanlar, barış küreselleşme çılgınlığı bitmeden bu gezegene uğrayamaz. Ülkemiz de bu kaygan zeminde dans ederken partnerini kızdıracak en ufak adımdan sakınmakta. Irak savaşı başlarında acemi dansçı olarak yanlışlıkla ayağına bastığı Sam Amca'nın gönlünü almak hiç de kolay olmamıştı. Bush bu terbiyesizliği affetmiş gözüküyordu fakat kırılmıştı bir kere. Bunun acısı çuval operasyonuyla çıktı. İşte o zaman başımızdakiler ne çetin bir cevize çarptıklarını anladılar ve arkası geldi.
AB ile ABD arasında koşturup duran ülkemiz uyum paketleriyle "ben değişiyorum, ben değişiyorum " diye haykırıyordu. Ama hepimizin malumu olduğu gibi bu düzenlemeler uygulamaya geçmekte biraz inat ediyor. Hala insanlar çocuklara istedikleri isimleri veremiyor, hala düşünürler, yazarlar, sanatçılar tehdit olarak görülüyor.Yıllarca kutuplara bölünmüş ülkemiz insanı artık yorgun. Alevi -Sünni, Kürt-Türk, Laik-Şeriatçı karşılaşmalarını artık bırakmak gerek. Demokrasiye küçük bir çocuğun kıskançlığı içinde yaklaşarak sahiplenip kimseyle paylaşmamak henüz yolun çok başında olduğumuzu gösterir. Ötekine Özgürlük dediğimiz, kendimizi karşımızdakinin yerine koyduğumuz anda birlik olunabilir.
Vatandaşına inancından, etnik kökeninden, renginden, dilinden dolayı eşit davranamayan bir ülke demokratikleşme yolunda bir ileri iki geri giderek yol alamaz. İnsan hakları ile ilgili düzenlemeler AB istediği için değil, gerçekten gerekli olduğu için yapılmalı. Sorunların önündeki engel, sorunun gerçekten çözümlenmesini isteyip istemediğimize bağlı. Sorunları kaynak olarak gördüğümüz sürece bindiğimiz dalı kesmek istemeyebiliriz. Bu noktada vicdanımızla aramız nasıl bunu tartışalım kendimizle. Sonra da barış diyelim, gerçekten BARIŞ ve bir çocuğun gördüğü düşü alıp çoğaltalım.