ÖDP: Kürt
halkı için bir zulümdü
Özgürlük ve
Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul İl Başkanı Alper
Taş, 12 Eylül'ün Kürt halkı için bir zulüm olduğunu ifade ederek, bu zulmün
devam ettiğini belirtti. "12 Eylül'ün derinleştirdiği, Diyarbakır Cezaevi
zulmünün ateşlediği direniş ve bu çerçevede gelişen Kürt sorunu etrafındaki
çatışma sürüyor. 12 Eylül neoliberal politikalarla, AKP eliyle yaşama geçirilen
gündelik yaşamın dinselleştirilmesi politikalarıyla, Kürt sorununda inkar
siyaseti ile kendini o günden bugüne yeniden üretiyor. 12 Eylül artıklarının
kirli ilişkileri egemen güçler, sınıflar arasındaki çatışmanın bir sonucu olarak
Susurluk'ta, Şemdinli'de Ergenekon'da açığa çıkıyor" açıklamasında bulunan Taş,
devamında 12 Eylül'ün piyasacı yanını eleştirdi: "12 Eylül'ün 28. yılında 12
Eylül hukuku sürüyor. 12 Eylül Anayasası duruyor. Darbeciler serbestçe geziyor.
12 Eylül neoliberalizmdir. 12 Eylül'ün 24 Ocak kararları ile temellerini attığı
zengin dostu yoksul düşmanı neoliberal-piyasacı düzen dün Özalizmle bugün de
Tayyipizmle yürütülüyor. 12 Eylül'ün beslediği büyüttüğü dinci muhafazakarlık
bugün hükümette, her düzeyde iktidar olma yolunda. Bu dinci muhafazakarlık
neoliberal politikaları din ve imanla cilalıyor."
'Hesaplaşmak
neden önemli?'
Alper Taş, son
olarak 12 Eylül'le hesaplaşma mücadelesini önemsiz bulanlara da şu sözlerle
tepki gösterdi: "Bazen 'aradan bunca zaman geçti niçin hala 12 Eylül'ün üzerinde
duralım, artık 12 Eylül'ü dile dolamanın, solun zayıflığının bir mazereti olarak
öne sürmenin, bunun mazeretine sığınmanın manası yok' şeklinde görüşler ileri
sürülüyor. Bir yığın sorun var. Tüm bunların içerisinde sanki bir avuç
devrimcinin geçmişte yaşadığı bir olayın intikamını almak istenirmişçesine
sürekli aynı olayı insanların kafasına sokmaya çalışmak ne kadar gerekli gibi
bir soru akla gelebilir. Bunun doğru olmadığı açık. Hafızasız toplumların kendi
kaderlerine ve geleceklerine sahip çıkmaları mümkün değildir. Hafızasız bir
solun da kendi geleceğini toplumun geleceği ile birlikte aydınlatabilmesi, bütün
toplumun şimdi büyük sermaye güçleri tarafından belirlenen kaderi üzerinde söz
sahibi olabilecek güce ulaşabilmesi mümkün değildir."
Türkiye
Yeşilleri: TSK barış istemiyor
"Toplumda
şiddet olağan hal almış durumda, askeri vesayet gerilemek bir yana Kürtlerle
savaş üzerinden güç alanını genişletmekte. Toplum İsrail'de olduğu gibi giderek
daha çok sağa kaymakta. Emek cephesinde hakların her geçen gün daha da
tırpanlandığını görüyoruz. Davutpaşa, Tuzla Tersaneleri gibi örnekler
neo-liberalleşmenin adı olan Özalizm temelinde artık ekonominin olağan bir
parçası sayılmakta" diye sözlerine başlayan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Bilge
Contepe, Türk ordusunun barışçıl çözümlere yaklaşmamasını eleştirdi:
"Genelkurmay bu konunun barışçıl çözümünü ve kapsamlı bir afla kendi sınırları
içindeki bir halkla barışarak ülkedeki demokrasinin güçlenmesini istememekte.
Toplum artık ölümlere kayıtsızlaşmakta ya da bu olaylara tepkisini aşırı sağın
taleplerine uygun bir biçimde vermekte. Askeri kesim de bunu teşvik etmekte."
Contepe, devletin ve askerin doğaya karşı saldırgan tutumlarına da şu sözlerle
tepki gösterdi: "Ülkenin doğası yağmalanmakta. Kürtlerin yaşadıkları yerlerde
dayanıklı orman popülasyonu savaş mantığı gereği yok edilmekte. Munzur gibi
dünya harikası bir yere baraj yapma siyaseti tıpkı Karadeniz'in coşkun
ırmaklarının barajlara hapsedilmesi gibi doğayı tutsak alınmakta." Aşırı
muhafazakarlığın da 12 Eylül'den kaynaklandığını ifade eden Türkiye Yeşilleri Eş
Sözcüsü, "muhafazakarlık bize Özalizmin ve 12 Eylül'ün bir hediyesi. 30 yılda
toplum adeta yeniden yaratıldı; ahlaken daha baskıcılıkla, ahlaki yozlaşmanın iç
içe girdiği, Deniz Feneri benzeri din sömürüsüne dayanan yolsuzlukların çap ve
etki gücünün çoğaldığı bir dünya yaratılmış oldu" dedi.
'Türk halkı da
Kürtler kadar acı çekseydi...'
12 Eylül'ün
ürünü olan hiçbir siyasi partinin darbecilerle hesaplaşmaya gidemeyeceğini
kaydeden Contepe, şöyle konuştu: "12 Eylül'ün ürünü olan siyasal partilerin hiç
biri bunu yapamaz, 12 Eylül'ün dönüştürdüğü toplumda da bu yönde güçlü bir talep
olmadığını, medyanın askeri vesayeti meşrulaştırıcı rol oynadığını da gözönüne
alırsak mevcut şartlarda ben kendi adıma umutluyum diyemem. Şu anda açıkçası
Kürtler dışında bu toplumda demokrasiye, özgürlüğe susamış bir başka toplumsal
özne yok.. Türk halkı da eğer bu susuzlukla yanıyor olsaydı zaten bu savaş devam
edemez ve 12 Eylül'ün toplum üzerindeki tahrip edici etkisinin sürmesi de
olanaklı olamazdı. Bu bakımdan 12 Eylül ruhuna kökten karşıt, muhafazakarlığa,
neo-conluğa kökten karşıt bir siyasal ufuk gerekli bize. Yeşiller bu
gereksinmenin ürünü ve bu anlamda 12 Eylül ruhuna kökten karşıt. Açıkçası Kürt
siyasal hareketinde anti-otoriter, anti-militarist muhataplar bulması halinde bu
toplumun özgürleşmesi için ciddi bir ortak çaba üretilebilir ve 12 Eylül ruhu
bir daha gelememecesine toplumsal hafızadan düşülebilir."
DİP: Evren'in
rahat ölmesine izin vermeyelim
Devrimci İşçi
Partisi'nden (DİP) yazar ve teorisyen Sungur Savran, Brezilya'da 1989'a kadar
süren askeri diktatörlüğün sorumluları hariç tutulduğu taktirde Kenan Evren'in
son kırk yılın cezasız kalan tek askeri diktatör olduğunu belirtti. "Yunanistan
ve Arjantin cezalandırma konusunda iyi örnekler. Şili'de bile Pinochet'in
yargılanmasına az kaldı geçiliyordu. Bizde de aynı şeyi yapmak gerekir. Yani
başta Evren olmak üzere generalleri yargılama konusunda sonuna kadar gitmek.
Evren yaşlanıyor, zaman daralıyor. Yatağında huzur içinde ölmesine izin vermemek
gerek" diyen Savran, 12 Eylül'ün arkasında emperyalizm ve tekelci sermaye olsa
da, siyasi iktidarı elde tutanın dönemin generalleri olduğunu söyledi.
'Erdoğan 12
Eylül mantığını koruyor'
Savran, şu
hatırlatmalarda bulundu: "12 Eylül sınıflar arasında yepyeni bir güçler dengesi
kurdu. 15-16 Haziran 1970'teki işçi ayaklanmasına bir cevaptı. İşçi sınıfının
kazanımlarını (sendikalaşma ve grev konularındaki mevzilerini), sınıf mücadeleci
sendikalarını (DİSK) ve ne kadar yanlış ve şaşkın da olsa siyasi hareketini
(sosyalist ve devrimci demokrat hareket) ezdi. 1982 Anayasası bütün bunların bir
şemsiyesi idi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun o dönemde başkanı
olan zat, Halit Narin, "bugüne kadar işçiler güldü, sıra bizde" diyecek kadar
alçalmış ve 12 Eylül'e şükranlarını bildirmişti. Bu sistem bugün, aradan geçen
28 yıla rağmen hala dimdik ayaktadır. Tayyip Erdoğan, 12 Eylül'ün bu mantığının
hakimiyetini korumak için geçtiğimiz 1 Mayıs'ta işçilerin Taksim Meydanı'na
çıkmasına bu yüzden engel oldu. Türk solu 12 Eylül'ü genellikle halkı kendine
acındırmaya çalışarak anlatır. Sosyalistlere, devrimci demokratlara,
sendikacılara yapılanların hesabının elbette sorulması gerekir. Ama iş orada
bırakılırsa 12 Eylül'den hiçbir şey anlaşılmaz. 12 Eylül herşeyden önce bir
sınıf taarruzudur. Halkı 12 Eylül'ün mirası olan sisteme karşı harekete geçirmek
istiyorsak bunu anlatmalıyız, sadece kahramanlarımızın mağduriyetini değil. Bu
yaklaşım farkı, daha da öteye tarihi yorumlama yöntemi, Türk solunda proleter
sosyalizmi ile devrimci demokrasiyi birbirinden ayırır."
'Siyasetle
ilgisi olmayan Kürtler bile işkenceden geçti' Savran, 12 Eylül'ün aynı zamanda
70'li yıllarda mücadelesi kitleselleşmeye başlayan Kürtler için de bir taarruz
olduğunu ifade ederek, Kürtçe'nin kullanımının 12 Eylül'le birlikte kesin
biçimde yasaklandığını anımsattı ve ekledi: "Diyarbakır zindanı 12 Eylül'de
siyasetle ilgisi olmayan Kürtleri bile işkenceden geçirdi. 12 Eylül öncesinde
ilan edilen sıkıyönetim OHAL'e döndü ve bir kuşak Kürdün uzatılmış bir dönem
boyunca askeri yönetim altında yetişmesini getirdi. Bugün yaşananlar, elbette 12
Eylül'ün kalıntısıdır. Ama arada devletin, onun hizmetkarı politikacıların ve
kontrgerillanın geliştirdiği yepyeni korkunç yöntemleri unutmamak kaydıyla
söylenmeli bu. Yani 12 Eylül sistemine karşı mücadele Kürt halkının haklarının
savunulmasından ayrılamaz."
'Kürt
sorununun sorumlusu, 12 Eylül rejimidir'Halkevleri Genel Başkanı İlknur Birol,
darbenin yıldönümünde Türkiye'deki tabloyu "bugünkü tablo, maalesef, Amerikalı
generallerin 'bizim çocuklar' dediği 12 Eylül darbecilerinin yaratmak istediği
tablodur" diye tanımladı. "12 Eylül darbesi, neo-liberalizm denen, sermayenin
sınırsız yağmasını ve emekçi yoksul halkın sefaletine dayanan ekonomik-toplumsal
tasarımı yaşama geçirebilmek için yapılmıştır" belirlemesinde bulunan Birol, 12
Eylül'le birlikte, eğitim, sağlık, elektrik, su gibi temel hizmetlerin hak
olmaktan çıkarılıp ticarileştirildiğini, işçilerin ölüme, sefalet ücretlerine,
güvencesizliğe, örgütsüzlüğe zorlandığını anlattı. Kürtlere karşı imha
politikalarının da 12 Eylül ile mümkün hale geldiğini söyleyen Halkevleri Genel
Başkanı, şöyle konuştu: "12 Eylül aynı zamanda Kürtlere dönük imha ve inkar
politikalarının sistemli bir şekilde terör yöntemleri ile uygulanmaya
başlamasında kritik bir tarihtir. Köy boşaltmaları, zorunlu göç, faili
meçhuller, şovenizm ve milliyetçiliğin toplumsal alanda yukardan aşağı
örgütlenerek halkların düşmanlaşmasına yol açan uygulamalar yine bu rejimle
mümkün hale gelmiştir. 12 Eylül rejimi Kürt sorununu çözümsüzlüğe götüren
politikaların başlıca sorumlusudur." "12 Eylül darbesi, ezilenlerin çıkarlarını
savunan düşünceleri, siyasi akımları bastırıp Türk-İslam sentezine dayalı gerici
faşist bir toplumsal yapı yaratmak için yapılmıştır. Bugün sağın egemenliğindeki
siyaset sahnesinde tahterevallinin bir tarafında ırkçıların öbür tarafında
gericilerin oturması tesadüf değildir" diye konuşan Birol, sonuç olarak
generallerin fikirlerinin hala iktidarda olduğunu belirtti. Dünyanın diğer
ülkelerindeki darbecilerin yargılanması ve demokratikleşme süreçlerine değinen
İlknur Birol, ülkelerin bu süreçleri ne kendilerinin yürüttüğünü ne de
uluslararası dayatmalarla gerçekleştiğini ifade ederek, "Brezilya, Güney Kore,
Arjantin gibi darbe sonrası toplumlarda demokrasi mücadelesi emekçilere dayanan
güçlü toplumsal hareketlerin ve solun eseriydi. Bu nedenle darbecilerin
yargılanması biçimsel adımlar olmanın ötesinde demokratik bir içerik de
kazanabildi. Türkiye'de ise böylesi bir halk muhalefeti maalesef gerçekleşmedi.
Toplumsal mücadelelerden bağımsız bir "demokrasi" tasavvuru türedi. Bu da solda
ve genel olarak toplumsal muhalefet içerisinde çarpılmalara yol açtı" dedi. "Bu
tasavvurun sahipleri bugün de darbecilerden, kontrgerilladan hesap sorulması
için bizleri AKP'ye payanda olmaya çağırıyorlar" diye devam eden Birol,
Türkiye'deki süreci 'ABD, TSK ve kontrgerillanın çekirdek aktörleri kontrolünde
gerçekleşen bir yeniden yapılanma süreci' diye niteledi. Birol şöyle devam etti:
"Darbelerden, darbecilerden hesap sormak, bu ülkeyi demokratikleştirmek yalnızca
ilerici halk güçlerinin başarabileceği bir şeydir. Egemenler arası
çatışmalardan, gerilimlerden medet umarak, bize egemenlerin dümen suyuna
gitmemizi öneren liberallerden akıl alarak ancak halk güçlerinin parçalanmasına
ve böylece 12 Eylül'ün devamına hizmet ederiz."
MAZLUMDER:
Darbeciler aramızda dolaşıyor
MAZLUMDER
Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu da Türkiye'de darbeci zihniyetin devam
ettiği görüşünde: "12 Eylül darbesinin yıldönümünde halen darbeleri konuşuyoruz
maalesef. Hala 2003 ve 2004'de iki darbe hazırlığında bulunan paşaları
savunanları konuşuyoruz... Darbeci paşaları hiç çekinmeden kurumsal olarak
ziyaret eden bir TSK'yı konuşuyoruz. Ergenekoncu Eruygur'un kendisini ziyaret
edenlere heyecanla ve sevinçle 'askerlerin, onların geleceğini biliyordum'
dediği bir ülkede yaşıyoruz." Gergerlioğlu askeri müdahalelerin siyasi alanda da
sürdüğünü ifade ederek, şöyle devam etti: "Yine askerin siyasete pek rahat bir
şekilde müdahale ettiği ve bunu da maalesef kanıksamış ve gerekli gören bir halk
topluluğunda yaşıyoruz. 'Sallandıracaksın üçünü beşini bak bir daha sorun
kalıyor mu' söylemlerinin geniş yer bulduğu bir toplumda paşalar hala hevesliler
darbe yapmaya. Ailevi, toplumsal hayatta baskıcılığı içselleştirmiş bir toplumda
darbecilere karşı çok kuvvetli seslerin yükselememesini artık anlamak lazım.
Kendisi gibi düşünmeyen için de demokrasi isteyebilen bir topluluk olamadığımız
için muhalifimize karşı yapılan darbelere sempati ile bakabiliyoruz." Hem sağın
hem de solun darbeler konusunda özeleştiri yapması gerektiğini kaydeden
MAZLUMDER Genel Başkanı, 12 Eylül'den yara almış bazı sol düşüncedeki kesimlerin
darbe girişimlerine yönelik ilgisiz kaldığını savunarak, "siz, hiç size zalimce
işkence yapan, kollarını boynunuza dolamış bir ahtapotun diğer kolunu öper
misiniz?.. Bununla birlikte farklı kesimlerde olsa da demokrat zihniyetteki
kimselerin darbelere karşı ortak karşıtlığının varlığı umut vaat edici olandır"
dedi. Özden Örnek günlüklerinin yalanlanmasını da olumlu bulan Gergerlioğlu,
bunun darbecilerin artık yaptıklarından utandığı anlamı taşıdığını belirtti.
'İşkencehaneler unutulmadı'
Gergerlioğlu
'darbeciler halen aramızda dolaşıyor' diyerek, şunları kaydetti: "Estirdikleri
baskı ve terör dolu yıllar hala zihnimizde. Yarı tanrı gibi kendilerini
algıladıkları ve algılattıkları günler maalesef sorgulanamadı. İşkencehanelerde
öldürülen sağdan ve soldan delikanlıların "ah"ları hala kulaklarda. Ama
işkenceciler gayet rahatlar. Tabii ki hukuk devleti vicdan fakiri insanların
insafına terk edilemeyecek çok değerli bir özlemdir. Bu ülkenin tarihiyle
yüzleşmesi ve tüm darbecilerini sorgulaması gerekir. İttihatçı gelenekten
itibaren farklı sese müdahale edilmeyen tek parti dönemleri ve her 10 yılda bir
yapılan veya teşebbüs edilen darbe geleneği ile malül bir tarihimiz var.
Bırakınız son dönem darbelerini, tek parti dönemi bile bu ülkede hala
kutsanmaktadır. Yine de sivil toplumun önemli bir gayret içinde olması gerekir.
Mutlaka sonunda darbecilerin gerçek anlamda yargılanacağı günler gelecektir."
'Günümüzdeki
12 Eylülcüler; Ergenekon'
12 Eylül
zihniyetinin günümüzde de Ergenekon çetesi ile karşımıza çıktığını söyleyen
MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ergenekon'u 'toplumsal
kesimleri 'iti ite kırdırma' mantığı ile yok etmeyi amaçlayan, gayriinsanilikte
sınır tanımayan, her türlü provokasyonu devlet için mübah kabul eden bir
anlayış' olarak tanımladı. Gergerlioğlu MAZLUMDER olarak düşünce ve ifade
özgürlüğünden yana olduklarını tekrarlayarak, şu önerilerde bulundu: "Artık
toplumumuzun yeni bir darbeye tahammülü kalmamıştır. En başta farklı düşüncedeki
toplumsal kesimler kendilerini kullandırmamalılar. Duruşlarının egemen güçler
tarafından bir başkasına karşı koz olarak dayatılmasına engel olmalılar.
Darbelere hepimiz çifte standartsız karşı koyabilmeliyiz. Zira darbeler sadece
muhalifimizi yok etmekle kalmıyor; baskıcı zihniyeti hakim kılıyor ve
kendisinden başkasına hayat hakkı tanımıyor."
Hazırlayan:
ALİ BARIŞ KURT