MAZLUMDER Genel Sekreteri Ömer Ekşi, YÖK'ün rektör seçimleriyle ilgili olarak aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
"Sıradan bir kurum yerine 12 Eylül darbesinin üniversitelere uzanan işlevinin adı olan YÖK, yine kendinden bekleneni yaptı; adaleti rafa kaldırdı ve üniversitelerde kendi ideolojisini temsil edebileceğine inandığı rektör adaylarını, en az oy almalarına rağmen Cumhurbaşkanının onayına sundu.
Geçen hafta içinde gerçekleşen bu olay üzerine herkes bir şekilde tepkisini dile getirdi ve Sayın Cumhurbaşkanını YÖK'ün bir diğer ifadeyle, "Gürüz'ün hukuku"na alet olmamaya çağırdı. Kuşkusuz bu çağrı, haklı bir çağrıdır ve Sayın Cumhurbaşkanı kendinden bekleneni göstermek durumundadır. Ne de olsa, çoğunluğun iradesinin/hukukunun, tek bir adam ya da kurum tarafından alaşağı edilmesi, vicdanları sızlatan anakronik bir uygulamadır.
Öte yandan ortada çok da şaşılacak bir durum yoktur; çünkü, YÖK'ün kendisi, ülkemizde, "Öğrencilerini; Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren" kişiler yetiştirmek amacıyla, beş darbecinin atadığı bir şahıs tarafından kurulmuştur. İlk iş olarak, muhalif akademisyenler üniversitelerden sürülürken, "kurucu başkan" etrafından toplananların da, darbeciler karşısında hazır ola geçtikleri, televizyon ekranlarına kadar yansımıştır.
Özetle tepeden inmecilik, daha en baştan YÖK'ün kurumsal kimliğinin bir parçası haline getirilmiştir ve bu, zamanla geleneksel bir hal almıştır. Bir anlamda YÖK'ün varlığı ve uygulamaları, her zaman için bu geleneğe paralel olmuştur.
"Kışla genelgeleri" ile üniversiteleri öğrenci-akademisyen açısından çoraklaştıran Gürüz'ün görevini geçtiğimiz Aralık ayında uzatan Demirel de kendini savunurken, bu paralel ilişkiye atıfda bulunmuştur: "Canım böyle istedi, böyle yaptım, size ne demiyorum. Ama hak benimdir." Oysa, Demirel "hakkını" kullanırken, TBMM'de kurulan komisyon, Gürüz'ün raporunu tutuyordu.
Sözkonusu Gürüz, bugün, 1'i 449'a tercih ediyor ve üniversitelerden arta kalanları bu anlayışın yönetmesini istiyor. Gürüz'e ve başında bulunduğu kuruma da bu yakışır zaten. Ancak, bizler Gürüz'ü kendimize yakıştıramıyoruz. Sekizyüzün üzerinde akademisyene sahip Dokuz Eylül Üniversitesi camiası da bu konuda bizimle aynı düşünüyor olsa gerek ki, Gürüz kontenjanına tek bir oy ayırmış. Gürüz'e daha ne denebilir ki?