Özgürlüklerin -Kıymetini Bilmek- Devletin Sopasını Görmek

Özgürlüklerin "Kıymetini Bilmek" - Devletin Sopasını Görmek

Ayhan BİLGEN

MAZLUMDER Genel Başkanı

Hafta başında Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile Emekli Korgeneral İzzettin İyigün'ün basına yansıyan açıklamaları, Türkiye'de "devlet algılaması"nı bir kez daha ortaya koyması açısından oldukça önemliydi. Her iki açıklama da, devlet adına güç kullanma ya da güç gösterisinde bulunma yetkisinin ne kadar keyfileştiğini açıkça gösteriyordu. Tabii devletin iki farklı kanadından (hükümet ve askeri bürokrasi) bu sözlerin aynı anda kamuoyuna yansıması ayrı bir anlam ifade etti. Hükümetin bir bakanı, eski milletvekillerine "yapılan iyileştirmelerin kıymetini bilin" diyerek devletin sopası olduğunu hatırlatıyordu. Sincan'da tankları yürüterek demokrasiye balans ayarı yapan komutan da, hükümete devletin sadece sopası değil tankı olduğunu da hatırlatıyordu. Özetle "gücü yeten yetene demokrasisi"nde sivil toplum, zaten hiç unutmadığı devletin gücünü bir kez daha hatırlatıyordu.

DEP'lileri Neden 10 Yıldır Cezaevinde Tutuyor, Yargılanmayı Sonuçlandıramıyoruz?

Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana devam eden uluslaşma çabalarının farklı din ve kültürlere gösterdiği tahammülsüzlük ortada iken AB sürecinin getirdiği ya da dayattığı iyileştirmeler kamuoyunun dikkatinden kaçmamıştır.

80 yıldır devam eden bazı yasakların kaldırılması, kullanılması biraz zor da olsa bir kısım özgürlüklerin lütfedilmesi toplumun farklı kesimlerince zaten gerektiği kadar takdir edilmiştir.

Aslında "terör" olmasa idi biz bu hakları daha önce tanırdık, ama "teröristler" istediği için yapmış konumuna düşmemek için biraz geciktirdik diyenlerin bölge halkına ve Türkiye'ye vermek istedikleri mesajın bir benzeri ile karşı karşıyayız. Türkçe yemin etmedikleri ve bazı "bölücü renklerle" meclis kürsüsünden mesaj vermek istedikleri için derdest edilen ve 10 yıldır tutuklu yargılanan milletvekilleri üzerinden onları meclise gönderen halka bir mesaj verilmek istenmişti.

Şiddet Yolu ile Politika ve Devletin Sorumluluğu

Aslında bölgede etkinlik kurmak isteyen iki taraf da bunun şu ya da bu şekilde şiddete dayalı politikalardan geçtiğine inanıyordu. Yani devlet adına politika ürettiğini sananlar da örgüt de halkın korkutularak kontrol edilebileceğine karar vermişti. Dolayısı ile "güç bende" anlamına gelecek davranışları sergilemekten iki taraf da geri durmadı. Tabii iki taraf da bunu "halkın iyiliğini" istediği için yapıyordu.

Devlet adına hukuk dışı güç kullanımı mı karşı şiddeti doğurur, yoksa karşı şiddet olduğu için mi kamu görevlileri güç kullanmak "zorunda" kalmışlardır? Bu sorunun cevabı bu yazının boyunu aşar ama ikisinin bir birini besleyen ve körükleyen ilişkisi, tartışmaya gerek kalmayacak kadar açıktır.

Elbette toplumu tehdit eden şiddet, hangi iç ya da dış odak tarafından tetiklenirse tetiklensin buna engel olmak da yine kamu görevlilerinin sorumluluk alanındadır. Yani devlet, sadece kamu görevlilerinden kaynaklanan şiddetten değil, örgütlerden ya da uluslararası organizasyonlardan kaynaklanan şiddetin engellenmesinden de sorumludur. Özetle kişi güvenliğinin sağlanması için sivil toplumun muhatabı devlettir. Devlet de güvenliği sağlarken özgürlükleri keyfi biçimde askıya alma hakkına sahip değildir.

Bu ise ancak kişi güvenliğini, devletin güvenliğinden önde görmekle mümkündür. Böyle bakıldığında ise güvenlik ve özgürlük birbirinin tamamlayıcısı, hatta olmazsa olmazıdır.

Özgürlükler, Reformlar, Demokratikleşme Konjonktürel mi?

Yapılan yasal düzenlemeler devletin vatandaşına "lütfu" gibi görülürse, bunların yok sayılması da her an devletin takdirindedir. Yani devlet isterse sever kızarsa döver. Bu anlayışla devlet bir yandan AB temsilcilerine dönüp bakın artık "bahane" kalmadı derken, öte yandan içeriye dönüp "bu yapılanlara layık olun yoksa" demeyi ihmal etmemektedir.

Bu durum da, insan haklarını iyileştirmemekte direnen çevrelerin zihninde hep bir tereddüt halini diri tutmaktadır. Yani bütün bu iyileştirmeler hep konjonktürel ve AB sürecine endeksli manevra niteliğinde girişimler mi acaba? Dolayısı ile gerçekten bu ülke insanı için çoktan hak edilmiş ve kararlılıkla, ne olursa olsun arkasında durulacak adımlar değil mi?

Daha açıkçası "Aralık Zirvesinde" tarih alamazsak günümüzü görecek miyiz? Başta Dışişleri Bakanı olmak üzere hükümetin bazı temsilcileri, samimiyetle, "yapılanları küçük görmeyin, hafife almayın" derken bazı kamu görevlileri hatta hükümet üyeleri ise yapılanların geri dönüşü olmayan hamleler olmadığına kendileri bile inanmamaktadır. Bunu da her vesile ile kamuoyu ile paylaşmaktan geri durmamaktadırlar.

AB Yolunda Sincan Tankları

Türkiye'de sivil toplumun, hatta parlamentonun üzerinde hükümetin baskısı, her ikisi ile birlikte hükümetin üzerinde de güvenlik bürokrasinin ağırlığı hiçbir zaman tamamen "sıfır" noktasında olmamıştır. Bazen hiyerarşik bazen de cunta niteliğinde "ilkel" ya da "modern" müdahale biçimleri Türk siyasal hayatının "vazgeçilmez unsurları" niteliğindedir. Seçilmiş Merve Kavakçı'yı tehdit eden dönemin Başbakanı ya da yine seçilmiş DEP'lilere devletin sopasını hatırlatan bugünkü Adalet Bakanı, Sincan'da tank yürütme itirafları konusunda kıymetli düşüncelerini kamuoyu ile paylaşma lütfunda bulunmadılar.

Demokrasilerde sopanın da, tankın da gerçek sahibinin halk olduğu ve onların kime karşı, ne zaman, kimin eliyle kullanılabileceğine yine halkın karar verebileceğine inanılır. Halka rağmen halk için "rejim korumak", korunmaya muhtaç, toplumsal desteğini kaybetmiş rejimler için söz konusu olabilir. "Halkın devleti" anlayışında tehdit tanımlarını yine halkın temsilcileri onun iradesine uygun yaparlar.

"Devletin halkı" yaklaşımında ise bazen halkın dili, kültürü, inançları bile tehdit kategorisine girebilir. Dolayısı ile bu potansiyelin "yanlış mecralara" kanalize olmaması için ara sıra ya da sık sık devletin sopasını hatta tankını göstermek gerekir. Kuşkusuz son kertede tankı da sopayı da elinde tutan militer güçler olduğundan sopayı yiyen de, namlunun ucunda kalan da halkla birlikte siyasetçiler olur. Sancılı da olsa geçiş süreci yaşayan ülkelerde halktan kopuk bürokrasinin direnişini kırmanın önündeki en büyük engel, nerede duracağına kara veremeyen siyasetçilerdir. Sivil tepkinin örgütlenmesini engelleyerek bindiği dalı kesen siyasetçiler, bürokrasiye "yaranmanın" mümkün olmadığını anladıklarında ağaçtan düşmüş olurlar. Bürokrasiyi frenleyip özgürlüklerin ve sivil toplumun hareket alanını genişletmeyi becerebilen siyasetçiler ise kendileri sopa göstermez, tankın namlusunu gösterenleri görmezlikten gelmezler. Karşı karşıya bulunduğumuz yol ayrımında korkularını yenip karar verme cesaretini gösteremeyenler "iyiliğimizi" istedikleri için önümüzü tıkamaya devam ediyorlar.

FAALİYET BİLGİLERİKategori Adı Basın AçıklamalarıTarih 2004-06-24
Okunma Sayısı : 3377
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4960861