“Ey (Allah’a inanıp güvenen) müminler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Doğru yolda olduğunuz sürece yoldan sapanlar size asla zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, yapıp ettiğiniz şeyleri size bildirecektir.” (Mâide 5:105).
Kudüs meselesi son yüzyıldır temel insani meselelerin odak noktasında yer almaktadır. Bir ülkenin topraklarının işgal edilip orada oturan insanların yurtlarından edilmesi temel insan haklarının ihlali yanında uluslararası anlaşmalara da aykırıdır. Kudüs Hz. Ömer’den beri üç semavi dinin mensuplarının rahatça ibadet ettikleri kutsal bir mekândır. Bu mekânın uluslararası anlaşmalar yok sayılarak işgal edilmesi, yeni yerleşim yerlerinin yapılması, Müslümanlara ait evlerin gasp edilmesi ve yıktırılması asla kabul edilemez.
Bu bağlamda, İstanbul’da toplanacak olan İslam İşbirliği Teşkilatı lider ve yöneticileri başta olmak üzere insanlık onurunu ve hakkaniyet duygusunu korumayı önemseyen tüm insanları çağrımıza kulak vermeye davet ediyoruz:
ABD Başkanı Donald J. Trump, 6 Aralık 2017 tarihinde imzaladığı; “Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıma vakti gelmiştir. Büyükelçiliği Kudüs'e taşıma talimatı veriyorum.” ifadelerinin yer aldığı kararname tüm dünyayı ama özelde İslam âlemini yeni bir kaosla karşı karşıya bırakmıştır.
Kudüs'ün statüsüne ilişkin süreci kısaca hatırlamakta yarar var:
İngiltere 1947 yılında Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere havale etti. BM bünyesinde oluşturulan Filistin Komisyonu 1947’de Taksim Planı’nı sundu. 181 sayılı Genel Kurul kararı ile kabul edilen bu planda Filistinlilerin ve Yahudilerin haritada belirlenen sınırlar çerçevesinde kendi devletlerini oluşturmaları önerilirken; Kudüs önemi dolayısıyla ayrı bir entite olarak uluslararası bir statüye kavuşturuldu. Altı gün savaşları sırasında İsrail Doğu Kudüs’ü de ele geçirdi. Arkasından BM, bağlayıcı niteliği olan 242 sayılı Güvenlik Konseyi kararını aldı. Bu kararda işgalci gücün, işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesi gerektiği vurgulanmaktaydı.
İsrail 1948 yılından sonra Kudüs’ün meşru statüsünü ihlal ederek şehri işgal ve ilhak etti ve şehrin mevcut statüsünü bozdu. Akabinde yeni Yahudi yerleşim birimleri kurarak demografik yapıyı değiştirdi ve Araplara ait mülkleri yağmalayarak bu mülklere sözde kamulaştırma ile el koydu.
Güç kullanımının meşruluğu ancak nefsi müdafaa ve BM Güvenlik Konseyi kararıyla söz konusu olabilir. Bu da Birleşmiş Milletler sözleşmesinde gayet açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu ilkeye aykırı olarak yapılan herhangi bir girişim ve anlaşma geçersiz kabul edilir. Ayrıca, 1949 tarihli Cenevre Konvansiyonu hükümleri uyarınca, bir devlet işgal ettiği toprakları savaş sırasında kendi mülkiyetine geçiremez ve demografik yapısıyla oynayamaz.
Oysa İsrail 1980 yılına gelindiğinde Parlamentosu Knesset’in almış olduğu bir kararla, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu ilan etmiştir. İsrail’in Kudüs’e yönelik atmış olduğu bu son adım; BM tarafından Güvenlik Konseyinin 478 (1980) sayılı kararı ile kınanmış ve büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıyan ülkelerin elçiliklerini derhal geri çekmeleri istenmiştir.
Uluslararası Adalet Divanı, 2004’te aldığı tavsiye niteliğindeki kararla, yerleşim yerleri kurulmasının durdurulmasına, ayırıcı duvarın inşasının illegal olduğuna ve İsrail'in sebep olduğu zararları tazmin etmesi gerektiğine hükmetmiştir.
Şimdi meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için ortaya koymalıyız ki;
13.12.2017 günü İstanbul’da toplanacak olan İslam İşbirliği Teşkilatı,
MAZLUMDER Genel Yönetim Kurulu olarak İslam İşbirliği Teşkilatı lider ve yöneticilerini 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirecekleri olağanüstü toplantıda şu hususları göz önünde bulundurmaya davet ediyoruz:
1. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın ifadesiyle “ABD bu kabul edilemez kararıyla, bilinçli bir şekilde tüm barış görüşmelerinin altını oymaktadır. ABD artık Ortadoğu barış sürecinde üstlendiği arabuluculuk rolünü terk etmiştir.” Dolayısıyla ABD’ye yüklenen misyon gözden geçirilmelidir.
2. İnsanlığa barış getirebilecek temel yaklaşımın “güçlünün hukuku” yerine “hukukun gücü” tüm platformlarda açıkça savunulmalıdır.
3. ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıması, yıllardır BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nce de defalarca kınanmış olan çok boyutlu hak ihlallerini meşrulaştıramaz. Dünya zorbalıkla hakkaniyet arasındaki farkı artık görmeli ve Amerika’nın gayri meşru uygulamalarına daha fazla boyun eğmemelidir.
4. BM Güvenlik Konseyi’nin de hiçbir zaman tanımadığı Kudüs işgali sürecinde ve özellikle 30 Temmuz 1980’de kabul ettiği Kudüs Yasası’yla ‘Birleşik ve Bölünmemiş Kudüs’ü İsrail Devleti’nin başkenti’ olarak ilan eden İsrail’in bu zaman zarfındaki ihlallerini tespit etmek ve tazminat ödetmek üzere BM bünyesinde özel bir komisyon oluşturulması talep edilmelidir.
5. 1982’den beri Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından korunan Dünya Mirası listesine kayıtlı olan Eski Kudüs Şehri’nin “dünya çapındaki olağanüstü değerini ve bu dünya mirasını koruma ihtiyacını” yeniden vurgulayan bir karar ivedilikle hayata geçirilmelidir.
6. Hıristiyan ve Müslümanlara ait kutsal mekânların korunması ve imarı konusunda uluslararası güvencenin sağlanması için Kudüslülerin yürüttüğü çabalara hukukçular tarafından destek olunmalı, var olan uluslararası düzenlemeler işler hale getirilmelidir. Bu çerçevede; 1904 tarihli Lahey Konvansiyonu’nun “kutsal mekânların insanlık tarihindeki yeri dolayısıyla korunması” ve 1907 tarihli Lahey Konvansiyonu’nun “ibadet yerlerinin kuşatma ve bombalanmasının yasaklanması” hükümleri ile işe başlanabilir. Bu meyanda Kudüs’teki Osmanlı ve İslam eserlerinin korunması için, Türkiye’nin başını çektiği bir uluslararası komite oluşturulabilir. En azından mevcut durumdan daha kötüye gidişi durdurmak üzere, Kudüs’teki kutsal mekânların korunması ile ilgili diyalog geliştirilebilir.
7. BM Güvenlik Konseyi, 20 Ağustos 1980'de 478 sayılı kararıyla Kudüs'ün statüsünü değiştiren bütün eylemlerin "geçersiz" ve yasadışı" olduğunu ilan eden kararı başta olmak üzere İsrail aleyhine aldığı tüm kararlara mutlaka müeyyide kazandırmalıdır.
8. Filistin arazilerinin, rüşvet, iltimas, baskı, hileli işlemler, sahtecilik, haciz vs. yöntemlerle sahiplerinden alınarak siyonistlere nasıl intikal ettirildiğini araştırmak üzere uluslararası bir inceleme komisyonu kurulmalı ve geniş araştırma yetkileriyle donatılmalıdır.
9. İİT üye ülkeleri, hiçbir anlaşma ve kararı tanımayan İsrail’e ve onun Amerika’ya karşı topyekûn hareket etmeli, diplomatik ve ticari yaptırımlar uygulamaktan çekinmemeli, bu soylu tutumlarının tüm dünya mazlumlarının desteğini ve Allah Teâlâ’nın yardımını celb edeceğine inanmalıdır.
Ramazan Beyhan
MAZLUMDER Genel Başkanı
----PDF METİN İÇİN TIKLAYINIZ---