Ankara, 24 Mart 1998
MAZLUMDER Genel Başkanı Yılmaz ENSAROĞLU, hükümetin irtica ile mücadele paketi üzerine aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:
"28 Şubat 1997 günü başlatılan gerginlik, bugüne kadar sürmüş, son dönemlerde yeniden tırmandırılmıştır. Mevcut hükümet, Refahyol Hükümeti üzerinde sürdürülen baskılarla karşılaşınca, Başbakan Yılmaz, doğal olarak, ülkenin yönetiminin hükümette olduğunu ve bunu kimseyle bölüşmeyeceğini açıkladı ve askerlere irtica ile mücadele görevi vermediğini ifade etti. Genelkurmay'ın sert bildirisinden sonra da, kendisinden bekleneni yaptı ve gergin ortamı yumuşatmayı tercih etti.
Kimileri, Genelkurmay'ın 20 Mart bildirisini, komutanların rencide olmasına bağlayarak haklı bulmaya çalışmaktadırlar. Ne var ki bu çevreler, kuruluş yolu ve şekli ne kadar tartışmalı olursa olsun, hükümetin ve başbakanın, çeşitli yollarla basına sızdırılan maksatlı birtakım haberlerle ne kadar rencide edildiğini görmezden gelmektedirler. Askerlerin rencide oluşunu öne çıkarmakla yetinmeyip, hükümeti ve başbakanı rencide edenlerin arasına, krizin atlatılmasında öncelikli rol oynaması beklenenlerin de katılması, düşündürücü ve üzüntü vericidir. Oysa herşeye rağmen, halkı temsil ettikleri noktasından hareketle, sivil siyasetçilerin onurlarının öncelikle korunması gerekmektedir. Çünkü sivil siyasetçiler, halkın onurunu temsil etmektedirler. Ne yazık ki ülkemizde onurun da, güç oranında saygı gördüğü anlaşılmaktadır.
Başbakan, günlerden beridir, irtica ile mücadelenin, demokrasi ve hukuk içerisinde yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak dün Bakanlar Kurulu toplantısından önce açıklanan paket, hükümetin; ülkemiz insanının tüm hak ve özgürlüklerini, değerlerini çiğnemek ve kendi siyasal geleceğini tehlikeye atmak pahasına, bürokrasinin iradesine ve tüm taleplerine tam teslim olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu paket, 28 Şubat kararlarının tam uygulanması anlamına gelmekte ve din-devlet ilişkisini değil, din-toplum ve din-birey ilişkilerini, birtakım güvenlik önlemleriyle yeniden düzenlemeyi ve halkın din özgürlüğünü daha da kısıtlamayı hedeflemektedir.
Birtakım uzmanlar ve gözlemciler, 20 Mart uyarısından ve bu paketten sonra, günlerden beri tartışılan ara rejim modelinin tam olarak hayata geçmiş olduğunu dile getirmektedirler. Bu paketin uygulamaya geçmesi halinde, ülkemizde din özgürlüğü başta olmak üzere, düşünce özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, siyasal özgürlükler, halkın yönetime katılma hakkı, ekonomik özgürlükler/mülkiyet hakkı/çalışma hakkı ve kişi güvenliği ve özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlanacak, hatta askıya alınacaktır.
Türk Ceza Kanunu'nda yıllar önce kaldırılmış bazı hükümlerin yeniden getirilmesi, halkın giyim-kuşamının devlet eliyle düzenlenmesi, bir taraftan halkın taleplerini yasal yollarla dile getirmesine izin verilmemesi, bir taraftan da taleplerini dile getirmek için toplantı düzenleyenlerin ağır cezalarla cezalandırılması ve ekonomik hayatta ayrımcılığın geliştirilmesi gibi uygulamalar, ülkemizi insan hakları açısından 50 yıl geriye götürecektir.
Yıllardan beri tartışılan ve yargı denetimine açılması gerektiği, çeşitli resmi raporlarla dile getirilen YAŞ uygulamalarının, bu hukuksuzluk yetmiyormuş gibi, şimdi de tüm kamu görevlilerine teşmil edilmesi gayretkeşliği, hiçbir şekilde kabul edilemez ve izah edilemez.
Hükümet, kendisinden istenen mücadeleyi, gerçekten demokrasi ve hukuk içerisinde yapmakta samimi ise, tüm politika ve uygulamalarında insan hak ve özgürlüklerini esas almalıdır. Bunun için de öncelikle şu 'irtica' denen 'iç düşman'ın tanımını yapmalı ve samimi dindarla mürteciyi nasıl ayırdedeceğini ortaya koymalıdır. Aksi halde, mevhum irtica düşmanını imha görevini yerine getirme adına, toplumsal barışı yokedecek yanlışlara düşmekten ve kendi sonunu hazırlamaktan kurtulamayacaktır."
BASIN BÜROSU