HAFTALIK İNSAN HAKLARI DEĞERLENDİRMESİ - 28.05.2017

    

İNSAN HAKLARI VE MAZLUMLAR İÇİN DAYANIŞMA DERNEĞİ

(MAZLUMDER)

HAFTALIK İNSAN HAKLARI DEĞERLENDİRMESİ

(28.05.2017)

MAZLUMDER Genel Başkanı Ramazan Beyhan, NATO’nun ABD Komutanlığındaki Uluslararası Koalisyona Katılma Kararı; Suriye’de Hız Kesmeden Devam Eden Sivil Katliamlar; Musul’da Katledilen Siviller; Akdeniz’e Gömülen Mülteciler; Göç İdarelerinin Hukuksuz Yaklaşımı ile Sınır Dışı Edilen Mazlumlar; Türkiye’ye Sığınmak İstemelerine Karşın Havaalanından Çevrilen Mazlumlar; Arapça Tabelaların Sökülmesi; Fetö/Pdy Soruşturmaları Kapsamında Yaşanan Mağduriyetler ve Haksız Tutuklamalar; OHAL Sürecinin ve KHK’ların Neden Olduğu Hukuksuz ve Tartışmalı Uygulamalar; Bitmeyen 28 Şubat Mağduriyetleri vakalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.

 

NATO’NUN KOALİSYONA KATILMA KARARI SAVAŞIN DERİNLEŞMESİNDEN BAŞKA BİR ANLAM TAŞIMAMAKTADIR

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ittifakın DEAŞ'a karşı uluslararası koalisyona katılmasına karar verildiğini, ancak muharip bir rol üstlenmeyeceğini söyleyerek, NATO'nun uluslararası koalisyonun tam üyesi olmasına karar verdiklerini ifade ederek bölgemizde yaşanan çatışma ve kaosun derinleşeceğinin mesajını vermiştir.

Suriye’de 2011 yılında hak ve adalet talebiyle başlayan devrim sürecinin, rejim güçlerince yoğun şiddetle karşılanması ile sivil katliamların önüne geçme, uçuşa yasak bölgeler belirleyerek mültecilere yaşam koridorları açma, sivillere yönelik kimyasal saldırılara karşı rejim güçlerinin hava üstünlüğünü yok etme, denizlerde önleyici değil yol açıcı bir politika ile toplu mülteci ölümlerini durdurma gibi bir çok alternatif kullanma imkanı bulunan uluslararası güçlerin ve özelde NATO’nun gelinen aşamada uluslararası koalisyona katılma yönündeki kararının sivillerin değil silah tüccarlarının ve diktatörlerce yönetilen rejimlerin yararına olacağı açıktır.

NATO’nun bahse konu kararını kınadığımızı, savaşı derinleştirmekten öte bir anlam taşımayan bu karardan dönülmesi gerektiğini vurgularız.

 

SURİYE’DE HIZ KESMEDEN DEVAM EDEN SİVİL KATLİAMLAR

Suriye’nin Deyrizor kentindeki El-Mayadin bölgesinde başını ABD’nin çektiği koalisyon güçleri ile Rusya ve Suriye rejimine ait uçakların düzenlediği hava saldırılarında 35 sivil katledilmiştir.

Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü Gözlemcileri Deyrizor kentindeki El-Mayadin bölgesinde iki gündür süren hava operasyonlarında 50 kişinin öldüğünü açıklamıştır.

Rakka’da ise 14 Mayıs'ta düzenlenen hava saldırısında 17'si kadın 23 kişinin;  15 Mayıs'ta da Deyrizor'daki hava saldırısında 16'sı çocuk, 12'si kadın 59 sivil katledilmişti. Geçtiğimiz gün ise yine Rakka’da bulunan bir köye ABD tarafından gerçekleştirilen hava saldırısında aynı aileden beş çocuğun da aralarında bulunduğu en az 16 sivilin katledildiği bildirilmiştir.

ABD, Rusya ve Suriye rejimleri sivil ölümlerden kaçındıklarını iddia etseler de savaş boyunca şahit olduğumuz gerçeklik sivillerin doğrudan hedef alındığı ya da umursanmadığı yönündeki kanaatleri güçlendirmektedir. Katliamın boyutunu göstermesi açısından 23 Nisan- 23 Mayıs arasında koalisyonun düzenlediği hava saldırılarında 225 sivilin katledildiği, sadece hafta başından itibaren Irak ve Suriye’de 366 sivilin katledildiği belirtilebilir.

Yaşanan katliamları kınadığımızı vurgular, coğrafyamızın rutini haline getirilen katliamların sona ermesi için geliştirilecek hakkaniyet ve adalet temelli, insan yaşamını mukaddes sayan her türlü çabayı desteklediğimizi tekrar ifade ederiz.

 

MUSUL’DA KATLEDİLEN SİVİLLER

IŞİD’in elinde bulunan Musul’u almak için düzenlenen hava saldırılarında ve operasyonlarda çok sayıda sivil can kaybı yaşanmaktadır.

Harekatın başladığı sırada sivil nüfusunun bir milyon civarında olduğu ifade edilen Irak’ın en kalabalık şehirlerinden olan Musul’da özellikle haber alma imkanlarının kısıtlı olması sebebiyle nasıl bir katliam yaşandığı kesin olarak bilinemese de sayının sanılanda çok yüksek olma ihtimali bizi ürkütmektedir. Öyle ki Mart ayında bin kadar sivil kaybın olduğu yönündeki bilgiler manzaranın korkunçluğunu göstermektedir.

 

AKDENİZ’E GÖMÜLEN MÜLTECİLER

Uluslararası Göç Örgütü tarafından verilen bilgiye göre Akdeniz'de sığınmacıları taşıyan ahşap bir teknenin alabora olması sonucu 34 kişi ölmüştür. Teknedeki yüzlerce kişinin akıbetinin ise bilinmediğini vurgulanmıştır.

Bir başka olayda ise AB destekli Libya Sahil Güvenlik ekiplerinin dengesiz müdahalesi Akdeniz’de büyük facianın eşiğinden dönülmesine neden olmuştur. Botlarla farklı ülkelere gitmeye çalışan mülteciler Akdeniz açıklarında boğulma tehlikesi geçirmiş, Mülteci botlarına yaklaşarak havaya ateş açan AB destekli Libya Sahil Güvenlik ekiplerinin neden olduğu panikle 60 kişi korkuyla denize atlamıştır. Yapılan müdahaleler neticesinde kurtarılan mülteciler ölümün eşiğinden dönmüştür.

Mülteci ölümleri konusunda artık onlarla ifade edilen ölümlerin kanıksandığı bir vasattayız. Bu sorunları sona erdirme potansiyeli olan güçlerin sorunların ve katliamların bizzat kaynağı olduğu gerçeği karşısında çaresizlik ifade etmekten başka yapacak bir şey bilmiyoruz.

Temennimiz Haziran ayından itibaren havalar ısındıkça artması muhtemel bu tür faciaların önüne geçecek politikaların geliştirilmesi ve insanların akıl, can, din, ırz ve mal emniyeti için Allah’ın arzında dolaşmasının ve rızık aramasının önündeki başta sınırlar olmak üzere her türlü engelin kaldırılmasıdır.

 

GÖÇ İDARELERİNİN HUKUKSUZ YAKLAŞIMI İLE SINIRDIŞI EDİLEN MAZLUMLAR

OHAL ilanı sonrası gündeme gelen OHAL KHK’ları ile OHAL ilan gerekçesi ile alakası olmayan hemen her alanla ilgili başlıklar da KHK metinlerinde kendisine yer bulmuştur. Bu kapsamda en kritik düzenlemelerden birisi de iltica talebi bulunan ya da Türkiye’den gitmek istemeyen, burayı sığınak olarak gören veya gönderilmek istendiği ülkede öldürüleceği ya da işkence göreceği korkusunu yaşayan mültecilerin geri gönderme kararına karşı açtıkları İdari Davaların sonucunu bekleme zorunluluğunu ortadan kaldıran KHK hükmüdür.

Bu kapsamda yaşadığımız son örnek, Eylül ayında gözaltına alınıp cezaevinde tutulan Irak’lı âlim Abdulhak Hamid Muhammed’in yürüyen hukuki sürece rağmen tahliyesinin ardından, Bursa Geri Gönderme Merkezi’nin hukuksuz tasarrufu ile bilinmeyen bir ülkeye deport edilmesidir.

Abdulhak, avukatlarının Anayasa Mahkemesi’ne başvurusu üzerine 13 Haziran tarihine kadar deport işlemlerinin durdurulmasına karar verilmiş olmasına rağmen bir çok mülteci gibi kararın verildiği gün Geri Gönderme Merkezi görevlilerince sınır dışı edilmiştir.

Somut örnekte de yaşandığı üzere bahse konu KHK hükmü ile Türkiye’den gitmek istemeyen ve bu isteğin ciddiyetini kendi derisini yüzerek ortaya koyan, mülteciler dava bile açmış olsalar bir oldubitti ile çoğunlukla mezarı olacak ülkelere gönderilmektedirler.

Bu hukuksuzluğu kınadığımızı belirtir, bürokratik mekanizmalarda cari olan mültecilere dönük düşmanca tavırların önüne geçilmesi gerektiğini ifade ederiz.

 

TÜRKİYE’YE SIĞINMAK İSTEMELERİNE KARŞIN HAVAALANINDAN ÇEVRİLEN MAZLUMLAR

İslam dünyasının değişik bölgelerinden İslami yaşam tarzı ve düşünceleri nedeniyle Türkiye’ye ya da başka güvenli ülkelere aileleriyle birlikte sığınmaya çalışan çok sayıda mazlum maalesef geri çevrilmiş ve ülkelerinde işkence ve hapisle baş başa bırakılmıştır.

Bu kapsamda Çeçen lider Dokku Umarov’un kardeşince paylaşılan bir videoda dile getirilen iki örnek can yakıcıdır. Anılan videoda Ahmed Umarov: “diasporamıza yönelik olarak sınır dışı olayların sayısında artış da dahil olmak üzere, şu anda diasporamızdaki çok sayıda kadın ve çocuğun gözaltında bulunması ve baskıların endişe verici bir şekilde artması endişelenmemize neden olmaktadır” dedikten sonra:

“Bir vakadan haberimiz oldu, 6, 5, 3 ve 1 yaşlarındaki dört çocuğuyla birlikte Rusya’dan gelen, İslam’ı seçmiş olan Rus bir Müslüman kadın, dünyadaki sekiz havalimanını değiştirmiştir ve hiçbir yerde ülkeye girişine izin verilmemiştir. Onu İstanbul’a da sokmamışlardır. Kiev sınır görevlilerinin onu geri gönderdikleri Kahire’de nihai noktaya, Moskova’ya bilet almasını istemişlerdir. 25 gün boyunca dünyadaki havalimanlarını dolaştıktan sonra Ukrayna’ya gelmiş, burada onu gözaltına almışlar, yasadışı bir şekilde çocuklarını almışlar ve onları bölge hastanesinin enfeksiyon bölümünde karantinada tutmuşlardır. Şu anda onu, hapishaneye konulacağı Rusya’ya iade etme işlemleri yapılmaktadır ve çocukları muhtemelen Ukrayna’da veya Rusya’da bir yetimhaneye verilme tehdidi altındadır. Bunlar babaları olmayan yetim çocuklardır.

Başka bir sansasyonel olay, Kazakistan’dan geldiği bilinen bir ziyaretçinin günlerce İstanbul Havalimanında kalmasıdır. Bu kişi, Kazakistan Güvenlik Servisinin isteği üzerine ülkesinden sınır dışı edildiği Suudi Arabistan’da birkaç yıl İslam Bilimleri eğitimi almıştır. 10 çocuğu ve eşinden oluşan ailesiyle birlikte uçakla İstanbul’a gelmiştir. Havalimanı Sınır Koruma Servisi aileyi İstanbul’a sokmamış ve daha sonra günlerce havalimanında tutulmuş, Kazakistan’a geri dönmek zorunda bırakılmış, Kazakistan’a gittiğinde güvenlik görevlileri kendisini ve oğlunu dövmüşler ve kendisini hapishaneye koymuşlardır.”

diyerek özellikle Rusya ve Çinle yapılan suçluların (!) iadesi benzeri anlaşmalarının ne tür mazlumiyetlere gebe olduğunun göstergesi olması açısından önemli örneklerdir.

 

ARAPÇA TABELALARIN SÖKÜLMESİ

Daha önce Adana’da yaşanan örnekle gündeme gelen Arapça tabelaların kaldırılması uygulamasının bir örneği de Hatay'da yaşanmıştır.

Hatay'da Suriyeli sığınmacıların açtığı iş yerlerindeki Arapça tabela ve yazıların Hatay Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırılmaya başlandığı öğrenilmiştir. Hatay Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, zabıta ekiplerinin, kent merkezinde bulunan Suriyeli sığınmacıların açtığı iş yerlerindeki tabelaların kaldırılmasına yönelik çalışma başlattığı belirtilmiştir.

Belediye bu uygulamaya sebep olarak Arapça tabela ve yazıların, görüntü kirliliği oluşturduğu için söküm işleminin yapıldığı ifade edilmiştir.

Arapça tabelaların görüntü kirliliği gerekçesiyle kaldırılması ciddi bir aşağılık kompleksi ve zihin kirliliğine işaret etmekte olup tedaviye muhtaçtır.

Bu uygulamayı kınadığımızı belirtir, kültürel zenginliklerin bu tür ayrımcılık kokan  uygulamalara yok edilmesi çabasının hukuken hesabının sorulması gerektiğini vurgularız.

 

FETÖ/PDY SORUŞTURMALARI KAPSAMINDA YAŞANAN MAĞDURİYETLER VE HAKSIZ TUTUKLAMALAR

TAHLİYE EDİLEN GÜÇLÜLER YANINDA GEREKÇESİZ TUTUKLANAN MASUMLARIN AHI…

“Sizden önceki milletler şu sebeple yok olup gittiler (helak oldular): Aralarından soylu, mevki ve makam sahibi biri hırsızlık yapınca onu bırakıverirler, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca da onu hemen cezalandırırlardı.” mealindeki Hz. Peygamber (sav) hitabı karşısında son dönem yaşadıklarımız manidar örnekler olarak karşımızda durmaktadır.

Yüzlerce hatta belki binlerce hasta veya yaşlı ya da kundakta çocuk sahibi mahpus yanında kamu vicdanını tatmin etmeyen yol ve yöntemlerle tahliye edilen mahpusların varlığı umarız ki bizi peygamber hitabıyla işaret edilen noktaya getirmez.

Bu kapsamda örnek olarak 8 Şubat 2017’de öğretmenlikten ihraç edilen ve 18 Mayıs 2017 tarihinde gözaltına alınan Özgür-Der Antalya eski il temsilcisi Gültekin Sincar onca olumlu şahitliğe rağmen çıkarıldığı mahkemece tutuklanmıştır. İhraç kararı sonrasında masumiyetini çeşitli şekillerde dile getiren Sincar’ın göz önünde olmasına, kaçmamış olmasına ve kaçacak yeri de bulunmamasına özellikle hakkındaki olumlu şahitliklere rağmen tutuklanmış olması soruşturmaların ciddiyeti noktasındaki şüpheleri daha da artırmıştır.

 

OHAL SÜRECİNİN VE KHK’LARIN NEDEN OLDUĞU HUKUKSUZ VE TARTIŞMALI UYGULAMALAR

OHAL süreci ile birlikte hemen her çevreden çok sayıda insan bir şekilde soruşturma süreçlerine muhatap olmuş, açığa alınmış, ihraç edilmiş, gözaltına alınmış, tutuklanmıştır…

Bu kapsamda tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gereken yazı ve sözleri nedeniyle hiç alakası yokken ortamın harareti ile M. Kemal’e hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik iddiasıyla tutuklanan araştırmacı yazar Süleyman Yeşilyurt önemli bir örnektir. 15 Temmuz Darbe sürecinde darbeye karşı direnirken şehit edilenler için “Demokrasi Şehidi” vb. ibareler kullanılmasını eleştiren Bayrampaşa Hacı Nuri ÖRS Camisinde İmam’lık yapan  Muhammed OMAY Hoca hakkında soruşturma açılması ve hocanın açığa alınması da bu kapsamda zikredilmelidir.

Yine muhalif duruşu ve yazılarıyla bilinen Sakarya Dayanışma Derneği yöneticisi Kadrican Mendi’nin sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek örgüt propagandası gerekçesiyle cezalandırılması; aktivist yazar Mehmet Pala’nın sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alınması; KHK ile işten atılmalarını gerekçe göstererek açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’nın örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklanması bu bağlamda vurgulanmalıdır.

Her ne kadar bir protesto şekli olarak açlık grevini desteklemesek de bunu tercih eden kişilerin çeşitli cezalara muhatap kılınması, zora dayalı yöntemlerle beslenmeye çalışılması ya da rızaları dışında tıbbi müdahaleye tabi tutulması kabul edilemez.

Devleti ve hükümeti öncelikle KHK süreçlerinde yaşanan ayrıntıları ve gerekçeleri belirsiz ihraçların itiraz mekanizması olarak öngörülen OHAL Komisyonunu bir an önce işlevsel ve etkili kılmaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki insanların ucu açık, belirsiz ve hukuki güvenlik taşımayan süreçlere muhatap kılınması ciddi toplumsal riskleri içerisinde barındırmaktadır.

 

28 ŞUBAT BİTMEDİ!

Kamuoyunda 28 Şubat tutsaklarının salıverilmesi umudu ciddi bir beklentiye bürünmüş, verilen sözlerin yerine getirileceği yeni sözlerle deklare edilmişken yeni bir zulüm örneği ile baş başa bırakıldık.

İbda Fikriyatı çizgisinde yayın yapan Akademya dergisinin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni olan Hayrettin Soykan, 20 yıl önce yargılanıp ceza aldığı 28 Şubat dosyalarından birisi nedeniyle gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Gazeteci-yazar Hayrettin Soykan, 28 Şubat kumpasına kurban edilip bütün siyasi değişim ve dönüşümlere rağmen halen cezaevlerinde tutulan yüzlerce Müslüman mahpus gibi, bitti denilen 28 Şubat zulmünü ailesiyle beraber yaşamaya devam edecek.

Gelinen noktada 28 Şubat 1997’den bu güne 30 yıldır Müslümanların tepesinde bir tehdit olarak sallandırılan brifingli yargı kararlarının iptal edilerek, 28 Şubat tutsaklarının toptan tahliyesi iktidar için bir onur sınavı halini almıştır. Vurgulamak gerekir ki sürekli olarak çeşitli bahanelerle ucu açık ileri tarihlere ertelenen bu sorunun çözülmesi bizler için de bir onur mücadelesidir.

Bu hukuksuzluğu kınıyor, mazlumların adaletle buluşmasına mani olan ya da geciktirenleri Allah’a havale ediyoruz.

 

Ramazan Beyhan

MAZLUMDER Genel Başkanı 

 

FAALİYET BİLGİLERİKategori Adı Basın AçıklamalarıTarih 2017-05-28
Okunma Sayısı : 2421
Şube ve Temsilcilerimiz
mazlumder-genel-merkez
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği - MAZLUMDER GENEL MERKEZ
Adres: Molla Gürani Mh. Şehit Pilot Mahmut Nedim Sk, No: 5 Kat: 4 Fatih / İSTANBUL (Aksaray Metro Durağı B Kapısı Karşısı)
E-posta: mazlumder[a]gmail.com | Telefon: +90 (0212) 526 2440 | Faks: +90 (0212) 526 2438

Ziyaretçi Sayımız : 4645304